Günlerin birbirini tekrarlaması yaşamı duvarda asılı takvimden farklı yapmaz.Aynı kağıt parçaları,aynı yazılar ve sayılar yaşımızı büyültür,yaşlanırız ama yaşamayız.Sabitleniriz,tek tek koparılıp tükeniriz.Belki şans güler yenileniriz bittik dediğimiz anda.Ama hala aynı duvardaysak kendimizi tekrara yeniden başlarız.Dünya döne döne devrini tamamlarken,biz hareketsiz aynı yerde dururuz,dur demezsek.Günleri yaşamdan koparan bizler olmalıyız.
    Her gün ayrı bir renkte olmalı,her günün ayrı bir kokusu ve bilmediğimiz bir dili olmalı.Onu tercüme etmekle geçmeli saatler,kendi dilimize.her güne yeni bir uğraş.farklı duygular bürümeli benliğimizi.Gün bitiminde bugün de... diye başlayan kısa yeni hikayelerimiz birikmeli.
   Kendimi tekrar etmekten korkuyorum,bundan sonra gelecek olan günlerde.Sıfırla toplanmak herkese acı verir.Çünkü hayat her yeni güne farklı bir ben'le başlamakla güzeldir.Bir gün öncesinden kendine kattığın tatlarla.Bazen acılarla da güzeldir,olgunlaşmak adına.
  Her yeni sabah güneşin ikram ettiği huzuru gün içinde hissede hissede,bizlere sunduğu canlılığı hiç kaybetmeden yaşansa günler ve dolu dolu,sürekli bir şeyler öğrenerek,öğreterek,deneyimleyerek,gözlemleyerek,çalışarak,okuyarak,hissederek ve en gizli yerlere dokunarak,anlayarak önce kendini sonra başkalarını ve içinde duyarak var olmanın mutluluğunu,tarif etmeye çalışarak hayatın mahremine giden yolu...
  Her yeni güne farklı tonlarda ama dipdiri merhaba deme dileğiyle...
Hayata uyanmak.

zaman: Çarşamba, Eylül 29, 2010 , 2 Comments

Eylül bitimi.Serinlik,izin verdiğim ölçüde iliklerimde.Rüzgara mırıldanmalar dilimde ve yağmura.Damağım kurudu,acı veren bir tırmalama,keskin bir tat.Haberi geldi pencere önüne.Geç gelen yağmur.Oysa ruhumun hava değişimine ihtiyacı var.Burnumda tütüyor kokusu.Tenime düşen damlaların sesi uzaklarda.Ankara'nın çatlamış,azot kokan sesi rahatsız etmesin kulaklarımı daha fazla.
Susadım,susadım...
yağmurun saçlarımı okşayan anne gibi ellerine..

zaman: Perşembe, Eylül 23, 2010 , 0 Comments

çerçevelettik astık duvarlara
zor geldi giymek üstümüze
anlık ve sahiden yaşanan tüm hisler
paslı bir çivi koynunda
bırakıldı çürümeye

korkuları bağırta bağırta
yırtılırcasına sesi
çocukluğumuzdan kalma uçurtmaların
tepesinde
salmaktansa gökyüzüne
rast geldiğimiz her anda kapattık yüzümüzü
şapkalarla
dönüverdik ilk köşeden
kalkık ceket yakalarıyla

çekip koparılan bir takvim yaprağı daha
çöpe
her koparılışta kalanda bir artış
geçen günler
yaşayamadıklarımız kadar eksiltti bizi
hayır,hayır aslında
biz eksilttik kendimizi

sakındığımız sevgiler
tüketilmesine izin verilmeyince
bozuldu
arka bahçemizde
kokan bir gölge
kokan bir sen
ben
o
onlar
ve siz
yürünmez oldu sokaklar
burunlarda mendilsiz
ne acıdır ki
herkes kendi kokusundan
habersiz.

g.K

zaman: Salı, Eylül 21, 2010 , 0 Comments

Bir karın ağrısı.Ellerimde de.Adını koyamıyorum bunun.Hissizleşen ellerim.Bundan sonra gelecek olan dakikaları ve saatleri sevmiyorum.Kare kare oluyor her şey.Tüm uzunluklar aynı.Doksan derecelik açı değil ama bulunan,360 derece,dönüp dolaşıp hep aynı yerde.Pencereye vuruyorum kendimi hava alsam biraz yenilenirim diyorum ama nefes aldıkça tıkanıyorum.Hani balona üflersin havayı şişirirsin şişirirsin genişletirsin ya ben de çektikçe havayı genişliyor organlarım,sonra boğazımda düğüm düğüm.İçimde baskı.Kemiklerim kırılıyor.Paramparçayım.Ama karnımdaki ağrı hala bende.Hayatın ağzına kusmak istiyorum.Boşaltmak istiyorum bana yutturduklarını.İçime dolan nefesi vermek istiyorum.Yoksa birazdan patlayacağım.Büzüşsün istiyorum ciğerlerim.Ama inceliyor tabakası gittikçe,gereğinden fazla doldu.Bu nefes bana çok geldi ve ben patlıyorum.Gerisini hatırlamıyorum ve ben pazar günlerini hiç ama hiç sevmiyorum.

zaman: Pazar, Eylül 19, 2010 , 0 Comments

BUKOWSKI' DEN
Tecil ve ilave
kedere çok uzun zaman maruz kalmaktan
zamanla
tıkabasa dolmuşum acıyla
hayatta kalmayı borçlu olduğuma
karar veriyorum kendime;öyle kolay değil bu:
geçmişin tarihinin ardından
daha iyi günleri
hakettiğini söylemek kendine;
fakat silme salakların
yetmezliklerini hiç düşünmeksizin
devam ettiklerini(elbette)
gördüm ben
ona bakarsan
sırtına küfürler yazılı kaplumbağalar da
sürünür toprakta..
ama hiç de genişletmezler ufku.

zaman: Pazar, Eylül 19, 2010 , 0 Comments















Altı kısık piştikçe koyulaşan bir hüzün var içimde.Sanki doğduğumda ciğerlerime dolan ilk nefes onu da bir köşesine yerleştirivermiş.Mutluluklarıma,kahkalarıma yamanmış,üstümde sırıtan bir his bu...

zaman: Pazar, Eylül 19, 2010 , 0 Comments

SABAHATTİN ALİ VE KÜRK MANTOLU MADONNA'SI

   Hangi insan ona vaad edilen ömrün sadece üç dört ayında sahiden nefes alabilir ki?Keskin sükunetinde,içindeki fırtınalarla ruhundan kopabilir?Raif efendi bu soruların öznesi.Kendisini ''hakikatten ziyade hayal dünyasında yaşayan bir çocuktum'' diye tanımlayan Raif,dış dünyaya kapılarını kapamış,kendisiyle bir başına kalan Kürk Mantolu Madonna'nın baş kahramanlarından bir tanesi.Bugün bitirdim kitabı,keşke daha önce okusaymışım dedirten bir kitaptı.Bilmiyorum okuduğunuzda sizde ne hisler uyandırır ama ben çok etkilendim.
   Bir resim galerisinde çok etkilendiği bir tablodaki kadının gerçek hayatta var olmasıyla,bambaşka bir boyuta geçen Raif aslında yaşanılacak bir dünyanın var olduğuna ikna olur ama bu hissi sadece kısa bir süreliğine hissetmesine çok üzüldüm,çünkü insan hayatın güzel olduğunu anlayıp kendini o sahne içinde bulamazsa değersiz bir varlık olduğunu düşünür ve milyarlarca insan arasında benim yerim ne ki,niye yaşıyorum sorularıyla yaşarken ölür.
 Diğer bir başkahraman olan Maria Puder,Raif'e Raif olduğunu hissettiren kadın.Raif'i mutlu ettiği sayfalarda onu çok sevdim.Onun da içinde bir türlü çözemediği düğümler,bence Raif'e inandıktan sonra çözüldü.Ama her aşk şu iki yüklemden ibaret değil mi?:Alışmak ve kaybetmek..
  Kitabın can alıcı yerlerinden bahsetmek istemiyorum,sadece şunu yazıp:'Kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum'. Bu cümle ağlattı beni,eğer okursanız bu cümlenin ne anlam ifade ettiğini anlarsınız.
 Biraz da Sabahattin Ali'den bahsetmek istiyorum. Daha doğrusu evde bulduğum bir dergiden alıntı yapacağım.
  1948'de Marko Paşa ve Merhum Paşa dergilerindeki yazıları nedeniyle yayın yoluyla hakaret suçlamasıyla ceza alan Sabahattin Ali üç ay kadar hapis yatar.Çıkınca Zincirli Hürriyet'te yazmaya başlar,yeniden yargı önünde bulur kendini.polis izlemektedir,bir yandan ölüm tehditleri almaktadır.Yapabileceği bir şeyin kalmadığını düşünür;yurt dışına çıkmak ister.Amacı Fransa'ya yerleşmektir.Ancak pasaport alamaz.Önünde tek yol kalmıştır:Kaçmak!
Bir yakını aracılığıyla Ali Ertekin adlı kişiyle tanışır.Ertekin,onu Bulgaristan'a kaçırabileceğini söyler.Birlikte yola çıkarlar.2 Nisan 1948'de Istranca Dağlarında öldürülür.Cesedi aylar sonra bulunacak,kimliği saptanamayacak,Ali Ertekin'in itirafı sonucunda,kurda kuşa yem olan bu kişinin Sabahattin Ali olduğu anlaşılacaktır.O,zaten yıllar önce bunu bilmiştir:''Benim meskenim dağlardır.''
  Yaşam öyküsünden bahsetmeyeceğim,çünkü hiç bir zaman aklımda tutamam.Onu tanımanın en iyi yoluda onu okumaktır zaten.

zaman: Cuma, Eylül 17, 2010 , 3 Comments

   Yapboz bir hayat şu yaşadığım.Binlerce yaşanmışlıklar var ve daha yaşanacaklar.Çirkin ve yeni bir karton üzerine yerleştiremediğim her biri ayrı telden çalan parçalar.Ucu ucuna denk gelmiyor,eksik bir şeyler var burada.Oysa biliyorum değil mi?O kadar çok söylendi ki kulaklarıma:Her şey benim ellerimde.Mutluluk,başarı benim ellerimde.İyi bir gelecek,istersem her şeyi başarabilceğim o hayat benim ellerimde.Parçaları birleştirmek de.Hayal edersen gerçekleşir tüm beklentiler.Ama ben yıllardır ''en güzel şeyler onları en az beklediğinde olur''cümlesiyle büyüyorum.Bundan olsa gerek hayallerimin kuraklaşıp benden öte yerlerde suya ihtiyaç duyması ve bu yüzden olsa gerek parçaları anlamlı kılamamam.
   Hem zaten o kadar dağınık ki ruh halim,elimdekileri de kaybetmekten korkar oldum.Bazen ceplerimden,kalemliğimden,sırt çantamın ön gözünden bazen de kaldırımda ayağımın takıldığı taşın altından çıkıyor.Bir bakıyorum komşu evin bahçesinin çitlerinden sarkıyor.Ya da rüzgar ansızın yapıştırıveriyor ıslak bir parçayı sırtıma.
   Parçaları asla yerine tam koyamayacağım,çünkü eksilen hayallerim ve inançlarım köprüydü onlar arasında.Şimdi bir bağlantı olamaz hiç birinin arasında.Varsın,elimdekilerde eksilsin azar azar.Umrumda da değil aslında bozup bozup tekrardan başlayacağım bir hayat.Kılımı kıpırdatmadan,her şeyin en azını bekleyerek,ne şükrederek ne de isyan ederek toplama işlemindeki etkisiz eleman sıfırın en orta yerinde etrafımda yaşanan çılgınlığın tarih ve saatinden habersiz kendime sımsıkı sarılacağım.


zaman: Perşembe, Eylül 16, 2010 , 0 Comments

 

Hep başka biri olmak için
Beklettiğin kendinden                         
                    Borçlandın ruhunun saklı sularına.

zaman: Perşembe, Eylül 16, 2010 , 0 Comments

Sevmem,birden ve sıfırdan
Başka sayı
Şu sancılı hayatta,
Ya inşa etmelisin
Ucu aşağı gösteren-ki hatırlatsın insanlığa
Uzun bir çubuk
Kaygan bir yapıda.
Kare kökü hayatın
Göğe değen avuçlarında
Ya da oluşturmalısın
Sıfırın boşluğuna inat
Daireler
İster özenle ister üzerine hiç titremeden
Ama kapata kapata
Sıfırı
Ve nokta.
Kötü gidişe dur diyen tek öğeli
Cümlenin sonuna nokta.

Ve sol gözüm görmez
Doğuştan bir kapanış bu hayata
Etrafımdakilerde sol gözümün gördüklerini
Görmez.
Aydınlığı tırnaklarına süren
Bir kadının
Nice karanlıklara mum yaktığını
Bir ikindi vakti sevdikleri ezilince
İntihar eden yaşlı karıncayı
Göremez.

Sonra,tren yolculuklarını severim
Kitaplarımın arasında
Buram buram vagon sohbetleri kokan
Biletlerim.
Hem ben çekip gitmeleri de severim
Ansızın.
Bir uçtan bir uca
Elimde boş bavulumla
İstasyonlarda,
İstediğim yerde indiğim bir kentte
Ya da
Bir insan bedeninde
Payıma düşenleri
Katlamadan
Bavulumu doldurmayı severim.

Aşık olduğum roman kahramanını
Anlatılan mekanın
Ters istikametinde
Aramayı severim.

Teki kayıp ayakkabımın.
Hem yerden yüksek
Hem yerde olmanın
Bilincinde
Toprağı hem hissetmeyi
Hem hissetmemeyi
Severim.


g.K

zaman: Perşembe, Eylül 16, 2010 , 0 Comments

   Oyunlar oynaya oynaya büyüdük,takvim yapraklarını eksilte eksilte ve 365 gün sonra yenisini ekleyerek büyüdük.Annemin bana aldığı kırmızı,üstünde renkli renkli dikey çizgileri olan şortumu ve diz kapaklarıma kadar çektiğim desenli çoraplarımı giyerek sokağa arkadaşlarımın yanına koşmak ne de tatlıydı ve tek derdimin oyun oynamak olması.Akşam yemeklerinden sonra babam bazen izin vermezdi dışarı çıkmama.Ama annemle işbirliği yapar,bir öpücükle kandırırdık babamı.Ve tekrar sokaklar,çıkmaktan yorulmadığım yokuşlar.Gelsin toplar,gitsin saklambaçlar.Ama aslında önemli olan arkadaşlıklardı.Önce bir yabancıyla tanışmak,sonra alışmak ve onu  arkana almak.İlk kavgaların arkadaşlarını korumak için değil miydi?Birini koruma duygusunu,birinin güvenini boşa çıkarmama duygusunu tattıran ilk arkadaşlıklar değil miydi?Küçücük yüreğimizin çapını kocaman sevgiler ekleye ekleye genişletmedik mi?Ve şekerlerimizi sallanan dişlerimizle kırıp büyük payını onlara vermedik mi?
  Ve kutu kutu penseler oynadık.Dedik ki:'Kutu kutu pense,elmamı yerse,arkadaşım ''...'' arkasını dönse.Ve döndük arkamızı.Ne olduysa ondan sonra oldu.Niye döndük ki arkamızı?Masumiyetimizi oluşturduğumuz yuvarlağın ortasında unuttuk,eve her dönüşümüzde oraya bir parça bıraktık.Saflığımız,güzelliğimiz buhar oldu yükseldi gökyüzüne ve ilk yağmurlarımızı düşürdü gözümüze.Kıskançlığın tohumunu ekince yüreğimize bir çok şeyi kaybede kaybede büyüdük.Doğduğumuzda sahip olduğumuz en büyük hazineyi,saça saça büyüdük,arkamızda ufak ufak bırakarak ama çok uzaklaştık,yolumuzu bulmak istediğimizde sandık ki o parçaları geri dönüp takip etsek bulabiliriz.Hansel ve Gratel'in bulduğuna inandırmışlardı ya bizi,ama biz bulamadık.
  Gökkuşağının üstünde elimizi yüzümüzü renklere boğarken saatlerce katıla katıla gülerdik.Şimdi birbirimizin düşüşlerine gülüyoruz.Biliyorum büyüdük,birbirimizle oyun oynayamayız eskiden olduğu gibi,ama birbirimize oyunlar oynarız.Birliktelik kelimesi yok benim sözlüğümde.Kelimenin kökü bir değil mi?Bir.Sadece 1.tekil şahıs.Arkdaşlıklar yalan.Benim için 3. çoğul şahıs sadece grammer kitaplarında kalan.
  Ve biz eskittiğimiz zaman da, fotoğraf karelerinde kalan büyük yürekli çocuklardık.



zaman: Cumartesi, Eylül 11, 2010 , 0 Comments

UZAKLIK


  Bir uzaklık hesaplaması.İçimdeki akımı şiddetli ırmaklarla,döküldükleri dalgın körfezimin arası,kendime uzaklığım kadar.
  Kutup yıldızının kuzeyi göstermediğinde kaybettim kendimi,o toprak yolda ve de çekirgelerin alkışlarıyla dikenli çalılıların bileklerimi kanattığında.Nerdeyim şimdi bilmiyorum.Belki güneş ışınlarının yengeç dönencesine dik geldiği günün öğle saatinde gölgesiz adamın okuduğu gazetedeki bir haberdeyim ya da demlenmiş düşlerine üç şeker atıp hüplete hüplete içen kızın meraklı gözlerle izlediği tartışan iki kişiden biriyim.Ya da tek şeritli ve levhasız yolda otostop çeken dört kişiden kahverengi hırkalı olanım.Belki şu anda oturmuş parkta oynayan çocukları izliyor olabilirim,burnumda annemin kokusu ya da kulağımda kulaklık durakta beklerken saati soran yaşlı amcayı duymuyor olabilirim ya da iş çıkışı saatinde kalabalık metro girişinde gözlük camları kalın bir adamla çarpışıp yere düşmüş de olabilirim.Belki  mendil satan çocuğun mendillerinden birini satın almadığım için arkasından küfredilen kızım...
 Ama kendimi yeryüzünde değil,suyun dibinde arayacağım.Biliyorum bir ipucu var orada.Her bir kulaçta  kendime daha da yaklaşacağım.Asıl izlerimi suda bırakmış olmalıyım.  


zaman: Cuma, Eylül 10, 2010 , 0 Comments

KALDIRIMDAKİLERİ KALDIRIN
    
İnsanlar Tanrı'nın bir yansıması olamaz.Tanrı bu kadar kalp kırıcı,bencil,vurdumduymaz olamaz.Bu kadar alçak,sömüren ve hırslı,bu kadar kibirli,para yüzünden gözü dönmüş olamaz.Boyun eğen,tepki göstermeyen ve yalnız olamaz.Bu kadar yalancı,kindar ve fesat olamaz,bu kadar umutsuz,mutsuz,kötümser.
  Kalabalıklarda yürürken artık düşünmüyorum yanımdan geçenlerin hikayesini.Bakmıyorum gözlerinin içine belki bir ipucu yakalayabilirim diye.Sahil yolunda tek başına yürüyen insan artık çekmiyor dikkatimi.Gömdüm çoktan,yanına gidip konuşma isteğimi.Çamurla karışık etten duvarlar.Öyle ki,çok sulanmış toprakları,şekil almayanlardan onlar.Hem toprakları az.Milyonlarca ağaca annelik yapan toprağın o yüce gönüllülüğünden yoksunlar.Bilmiyorlar ki,milyarlarca adımın altında ezilen toprağın,kurak tenine değen bir yağmur damlasıyla canlanabileceğini.Oysa kamburlaşmış çoğunun sırtı,kafalarına,omuzlarına yükledikleri binbir düşüncenin ağırlığıyla.Evet ama,umutları yoktu ki avuçlarında.
  Birbirlerinin ruhlarını soydular,kimi gizlice,kimi gözler önüne sere sere.Suçun yoktu belki senin ama mücadele etmedin.Kader deyip köşene çekildin.Gaspa uğrayan ruhunun titremelerini dindiremedin.
  Ve sömürülmesi emeklerin.Onlar kentin sokaklarından akan çamurlu sulardan beslenen-insanlar değil- 
sanlar.Ve gökyüzünden uzanan iplerle onlara kukla olanlar.Yürümek istemiyorum sizinle aynı yollarda ve olmak aynı çatı altında.Değilsiniz artık Tanrı'dan bir parça.
  Düşünüyorum...Hepimiz birer yansımaydık Tanrı'dan.Ama yürürken hayatta,kimisi sürekli,kimisi azar azar,kimisi ara ara,kimisi hepten düşürdüler parçalarını kaldırımlarda.Eksile eksile geçtiler birbirlerinin yanlarından.Hem düşmüş,hem düşürmüşlerdi.Değil ki artık onlar yalın.Rüzgar fısıldamalı onlara:Kaldırımdakileri kaldırın.

                                                                                                                                                                              

zaman: Salı, Eylül 07, 2010 , 0 Comments

Bugün kendimi süzgeçten geçirdim.Hayallerim,umutlarım,küçük mutluluklarım,büyük sevinçlerim,tebessümlerim,kahkalarım,başarılarım lavabonun deliklerinden aktı gitti.Elimde sadece mutsuz olduğum her bir dakika,sıkıntılarım,somurtmalarım,iç çekişmelerim,kavgalarım,en berbat anlarım kaldı.İrili ufaklı bir sürü çirkin tane.Kızarttım onları.Yedim.

zaman: Salı, Eylül 07, 2010 , 0 Comments














                       KALEMİMİN BOĞAZINA DÜĞÜMLENDİ KELİMELER

Kentin kuzeye giden caddelerinde
Sonbahar hüküm sürmekte
Gökyüzünün suyu sıkılıyor
Sevgilim,yağmurlar seni pencerelerimden
Akıtıyor.

Bilemedim,
Avuçlarındaki çizgilerin bana çıkmadığını,
Kalbimdeki parmak izlerinin kanımı
Pıhtılaştıracağını.

Anlayamadım sevgilim,
Kokunu;
Eşyalarda,odalarda,duvarlarda
Masanın üstünde unuttuğun kağıt paralarda
Kazaklarında,gömleklerinde
Dokunduğun her bir nesnede sandım
Yanılmıştım
Derime sinmişti
Bilemezdim derimi yüzmek isteyeceğimi
                              
Seslenemedim arkandan sevgilim
Kısıldı hatıraların sesi
Ve bir daha yerine hiç gelmedi
Yamamaya çalıştım geçmişi
Ama kendime batırdım hep
İğneleri

Cam kırıklarından farksız hislerim
Sevgilim;
Sen de dokunsan bana                        
Kanatabilirim    

Yağmur suları birikiyor çukurlarda
Suretin yansımakta
Gözlerimi bıraktım orada

Daha fazla anlatmak istedim kağıtlara
Ama artık yoktu bende gören gözler
Hem kalemimin boğazına düğümlendi kelimeler.


G. K.

zaman: Cuma, Eylül 03, 2010 , 0 Comments

ANDREW WOOD anısına çıkartılan Temple Of Dog albümnün açılış şarkısı
Cennete Merhaba De / Chris Cornell

Lütfen,anne merhamet
Al götür beni bu yerden
Ve uzun soluklu lanetler
Kafamın içinde çınlıyor
Kelimeler hiç dinlemez
Ve öğretmenler hiç öğrenmez
Şimdi mumdan ısındım
Ama yanmayacak kadar soğuk hissediyorum
O bir adadan geldi
Ve sokaktan öldü
Parçalanan bir ruh kadar kötü incitti
Ama bana hiçbir zaman bir şey söylemedi
Öyleyse cennete merhaba de

Bir bebek gibi taze
Bir dua gibi kayıp
Gökyüzü senin oyun sahandı
Ama soğuk toprak senin yatağındı
Zavallı dalgın
Gözlerinde hiç yaş yok
Bir fısıltı gibi sakin
Biliyor ki aşk zamanla yaraları kapatır
Şimdi görünüşe göre çok fazla aşk
Hiç yetmedi,sen en iyisi arayıp bul
Başka bir yol,çünkü bu
Aniden bitti cennete merhaba de
Ben hiç istemedim
Senin için bu sözleri yazmayı
Sayfalar dolusu cümleyle
Hiç yapamayacağımız şeyler hakkında
Öyleyse mumu üflüyorum ve
Seni yatağına yatırıyorum
Artık benimle konuşmazsın
Şimdi köpekler nasıl kemiğini kırdı
Söylenebilecek yalnız bir şey kaldı
Cennete merhaba de..

zaman: Çarşamba, Eylül 01, 2010 , 0 Comments

Bir kağnı var sürdüğüm,
Yollarda,
Tekerliklerinde saç tellerim,
Savruldukça rüzgarın eteklerinde
Hep aynı şarkı dilinde

Çalılardan yükselir flüt sesleri
Dört mevsim melodileri

Buğday tenimde gökyüzünün desenleri
Damarlarımda adım adım
Kendime yolculuğum
Ve başka kentler var
Yolunu tuttuğum
Yüküm;
Kağıdım,
Kalemim,
Ve suyum.

Kentin nehirlerinde kirpiklerim
Yıkanır boydan boya
Nisan ayı esintisi
Kuruyan çapaklarımda
Ödünç aldığım patiklerim ayaklarımda
Ve onlar yorgunluk nedir bilmez

Duraklarım,karşılaştığım her bir insan
Yolcuyum onlara da
Kimisinin kahverengi iniltileri
Kimisinin paslanmış zincirleri
Kimisinin bir yudum suda çırpınan elleri
Kimisinin kimsesizliği
Aitlikler hiç bitmez.

Herkes ortak bir payda da
Payına düşen farklılıklarda
Payın küçük
Ya da büyük
Basit ya da bileşiğiz
Ama eşit değiliz
Kim ne derse desin değiliz
Sen ve ben bölünsek bir değiliz.

Uzaklar önümde
Aynı gökyüzüne bakan insanlar görünürde
Taşıyamadıklarım
Kabullenemediklerim
Kağnımda
Kağnı yavaş
Kağnı ağır
Bıraktım onları yol üstünde bir kasabada
Rüzgarlı bir kasaba
Ve kendimi de bıraktım yollara.

G. K.

zaman: Çarşamba, Eylül 01, 2010 , 0 Comments

1'DEN 12'YE KADAR(tik tak tik tak)

    Düzen.Kurulmuşluk.Tekrarlar.Akreple yelkovan sayar 1'den 12 'ye kadar.Oysa ben sayı saymayı bilmediklerini düşünürdüm,her zaman.Asıl onlar doğruyu bilirmiş,12'den sonra 1 gelirmiş.Anlamalıydım,kulbu kırık zamanın avuç dolusu saniyeleri,dakikaları pencereme fırlattığında.Tak tak tak.Başıma yağdırdığı sayılarla hayatımın aritmetik ortalamasını hesaplamakta ve anlatmakta.
   İki çapraz bir düz adım ve hiç durmaksızın.Sonsuza uzanan bir kaydırakta,rejimi düzensiz akar sular ve sağından solundan taşanlar,biriktirdiğin anılar.O ki dil'li geçmiş zaman ve hikayesi ya da miş'li geçmişin rivayeti.O sular,kimilerinin kurak düşüncelerini,kimilerinin düş yangınlarını,kimilerininse kokulu acılarını sular.Ve o sular;bazılarının günah tohumu dolu toprağını çamurlaştırabilir,bazılarının bayatlamş benliklerini,şeklini aldığı küçük bir şişede boğabilir.Bazılarınınsa kokuşmuş kibirlerini,yola getiremediği ruhunun dizginlemeye yanaşmadığı yanlış eylemlerini yerle bir edebilir,sesi boşlukta yankılanan dalgalarıyla.
   Saniyeler,dakikalar,saatler,günler,haftalar,aylar,yıllar.1'den 12 'ye kadar ve 12'nin sonrasında.Hayata geldiğin gibi gidişin akreple yelkovanın 1 'den 12'ye kadar saymayı unuttuğunda,aslında sen öyle sanırsın ama onlar kalanlar için hala saymakta.
 Gidiş anında,pişmanlıklarının,eksikliklerinin ve hatalarının hayatı 12 geçeceğini bilemezsin,
Hayallerini gerçekleştirmeye,hayatın tadını almaya başlamana ve mutlulukla tanışmana 1 kala gitmeyi istemezsin
















g.K

zaman: Çarşamba, Eylül 01, 2010 , 0 Comments