BİR YIL DAHA

    Bir yılı daha da geride bırakıyoruz,bir senelik daha yaşanmışlığımız mı yoksa zaman geçirmişliğimz mi artıyor bunu bilemem,herkes için farklıdır çünkü.Ben de her ikiside mevcut,daha çok büyüdüm daha çok şey gördüm ve insanları biraz daha tanıdım,çünkü onlarla can sıkıcı şeyler yaşadım.İyisyle kötüsüyle bir yıl daha bitti ve 365 günlük yeni bir serüven yeniden başlıyor.Ben bu yazıyı yıl değerlendirmesi için yazmadım,değinmek istediğim insanların yeni yıla olan tepkileri.
   Yeni yıldan bir şey beklemiyorum triplerine giren insanlara anlam veremiyorum,çünkü insanoğlunun istekleri ve beklentileri hiçbir zaman bitmez,belki beklentilerine yeni yıl kılıfı giydirmek istemiyordur o ayrı ama madem bir şey beklemiyorsun gelişi anlamsız senin için ne diye kutlama yaparsın,diğer günlerden fark yaratacak şekilde geçirirsin o günü,evine çam ağaçları alıp süsleme ihtiyacı duyarsın (bu da ayrı bi yazı konusu )?
Ayrıca yeni yıla insanlar neden siktirsin gitsin deme ihtiyacı hissederler,sanki siktirip gidecek.Hiç bir idealin yok mu,gerçekleşmesini istediğin bir hayal,olmasını istediğin beklentiler? Bu sene onların zamanının gelecek olmasını hiç düşünmedin mi?Önümüzdeki yaz için hiç mi planların yok mesela?
 Günler birbirinin tekrarı çoğu zaman biliyorum ve birikmiş günleri bir yılın,gelecek yılında günleri belki pek farklı olmayacak ama bu durum bazen elimizde ya da değil,elimizde olan kısmını neden en olumlu şekilde değerlendirmeyelim,neden gelmesin bu yıl da gelmesin triplerine girelim.
Umarım herkes şansı bol yeni bir yıl geçirir.Mutlu yıllar şimdiden herkese !!

zaman: Perşembe, Aralık 30, 2010 , 10 Comments

ZAMANSIZ


Hafızamı kaybetmek istediğim anlar oldu.Tanıdığım tüm insanları unutmak.İyileri de unutmak.Oysa hayatımda ne dönüm noktası yaşadığım olaylar vardı Ne de dönüm noktası yaşatan insanlar.Belki bu yüzden yavan geldi çoğu zaman vakitler.Huzurlu muydum belkide,ama şeffaf bir şekilde.Sonra hiçbir şeyin beni istediğim yerlere götüremeyeceğini fark ettim ve ben kişisel gelişim kitaplarından hep nefret ettim,olumlu düşünmenin işleyeceği yalanından da nefret ettim.Yürümek istedim evimin yolunu bulana kadar,durmadan..ama geçişler yasaktı,yasak hala.Yalanlar söyledim,gerçekleri, buğulanmış camlara yazmasını bildim,yazdım,sildim.
 Ve mutluluklarım bir şarkı süresi kadar.
Mırıldanmalarım renklere dönüşür ve bazen masmavi düşünürüm.Ama bu mutluluklarımın bile beni tatmin etmediği gerçeğini değiştirmez.Bazen insanlar mutluluklarını bana kanıtlamaya çalışırlar,gülüp geçmem ben onlara,bilsinler.
Anlamsız şekiller çizerdim defterlerime,çizerim hala o kadar karışıktırlar ki...bunlar benden bir parça ve her sayfanın sonunda dipnotlarım var hayata..
Sessizlik ya da bir yerlere kaçıp gitme isteği değil.Durduğum yerde bulunduğum zamanda duyabilmek fısıltıları.Kendi şarkılarımı.
Kimseleri özlemiyorum,kimseleri çok fazla sevmiyorum.Doyasıya kahkalarım var, tıklım tıklım zamansız hıçkırıklarım.
Evet evet doğru kelime bu işte zamansız.Doğuşum zamansız buralara.
Zihnim zamansız sorgulamalarda..

zaman: Pazartesi, Aralık 27, 2010 , 11 Comments

HESAP MAKİNESİ DEDİK ! GÜVENDİK!

Bugün muhasebe vizem vardı,fena değilden daha hallice gibi.Neyse bir açıklansında bakarız.Hoca hesap makinesi kullanmamıza izin verdi,neyse bende gelir tablosunu hazırlayacağım hesapladım makineden yazdım kağıda.İlay arkamda oturuyor,döndüm pşsstt bi bak şuna doğru mu diye.İlay'ın yüz ifadesini görmeniz lazımdı oha saçmalama dedi ve gözleri büyüdü.Ben tabi enemmm triplerine girdim.Kendim hesapladım daha düşük bir sayı çıktı diyorum bu makinedir o doğrudur ama bugün beni yanılttı.İlaya göstermeseydim gitmişti bütün sınav.Ve İlay sınavdan çıkarken büyük bir sinirle o gideri gelir tablosuna yazmayacaksınız diye hafiften bağırdı ama ben yazdım ne yazıkki.Sonra alışverişe gittik İlayla.Tam bir saldırmacaydı.Çok güzel şeyler aldık ve bayada indirimliydi.Öyle anlatacak pek fazla bir şey yaşanmayan bir gündü ve ruh halimde öyle..

zaman: Perşembe, Aralık 23, 2010 , 8 Comments

ÖNCE ÖĞRENDİM,okudum,yazdım...

Dün matematik vizem vardı tam puan bekliyorum,''ilk vizem kötü ama öbüründe düzelteceğim'' demiştim ya yaptım işte onu.Ve şunu söyleyeyim şu hayatta zor diye bir şey yok ve öğrenmek gibi güzel bir şey yok.Bu bir dört işlemde olabilir,bir ülkenin başkentini öğrenmek de olabilir.Bence var olmanın en güzel yanı bu.Dünyaya sıfır bilgiyle geliyoruz,öğrenebildiğimiz kadarını öğrenip gidiyoruz.Aslında kendimizi biz yaratıyoruz.
Birinci sınıf  hayatımızın en önemli devresi.Okumayı,yazmayı öğreniyorsun ya açılıyor o zaman işte dünyanın tüm kapıları.
Ben hep yaşamak istemediğimi söylüyorum kendime,bilmiyorum her şeyin boş ve anlamsız olduğunu düşünüyorum.Ama bu dünyada çok değerli bir şey var öğrenmek.

zaman: Salı, Aralık 21, 2010 , 10 Comments

ÖYLE Mİ?

Son zamanlarda ne kadar  kötü şarkı söylendi kulaklarıma.Ne zaman kapandıysa gözlerim ben hiç ağlamadım.Hep duydum ama umursamadım.Peki ya sen ne zamandır farkındasın seni telaşlara sürükleyen eksik umutlarının  sırtında delice yaralar açtığının? Üç beş sekiz ya da yirmi üç yıl yaşadın o kadar ya da vardın bir kutuda ya da toprak yoktu ayaklarında,ama sen anlamadın.Hiç anlamadın,bir anlaşma imzaladın.Bilincin yerinde miydi? Bunu bilmiyorum.ama yanlışlara kabul dedin,hayal edip beklemeye ve gerçekleşmemesine kabul dedin,acıyı sevdin ,zaten ilk sesim ağlarken duyulmuştu dedin.
Tek kelimelikti cümlelerin,neyse ki vardı yüklemlerin.
Arkası boş kağıtlar elinde,doldurmam gerekli diye düşündün.
Ne yazacaklarında belliydi.Ama bunları sen belirlemedin.
Neydin sen ya da kimdin sen mi demeliyim?
Susma bu hayatta,şimdi susma karşımda!
Gündelik yaşama demiştim sana
Gündelik cümleler kurma!

zaman: Pazartesi, Aralık 20, 2010 , 11 Comments

BLOG ÖDÜLÜ

Sevgili deepblueeagle dan yine bir ödül daha geldi.
Teşekkür ederim kendisine.
Blog olayını seviyorum,hem yazmayı hem okumayı.Herkes her gün farklı şeyler yaşıyor,hissediyor,görüyor,duyuyor vs.Başka hayatları okumak güzel.Ben ödülü izlediğim tüm bloglara yolluyorum.Bloğumda varlığını gösteren göstermeyen herkese.

zaman: Cumartesi, Aralık 18, 2010 , 6 Comments

DİLENCİLİK

   Dilenmek uyuşturucu bağımlılığı ya da kumar gibi bir şey aslında.Çünkü insan bir kere başladı mı sürekli ister hale geliyor.Bunu nerden mi anladım,anlatayım hemen.Bir kumbara buldum evde bozuk para biriktirmeye başladım hiç açmayı düşünmüyorum para alamayacak duruma gelene kadar,sonra tümletip okul bitene kadar devam edeceğim.Şu son bir kaç gündür biriktiriyorum ve kendimi ablamdan,annemden sürekli ama sürekli gün içinde 5-6 kez bozuk paralarınızı bana verin,derhal ! derken buluyorum.Orası doldukça doldurasım geliyor para attıkça atasım.
  Dilenen insanlarında bunları hissettiğini düşünüyorum,her yeni para onları daha da teşvik ediyor,düşünsenize günde 20 30 kişiden 1 lira toplasa aylık eline geçen para emek harcayan bir insanın maaşına denk gelir.Bu yüzden dilencilere para vermiyorum.Dilencilerle ilgili iki tane anım var,bahsedeyim.
  Bir keresinde Kızılay'dan eve dönüyorum,karanfil metro girişinden girerken merdivenlere oturmuş küçük bir kızı dua eder halde buldum,içim parçalandı.Gidip çocukla konuşmaya çalıştım ama çok yabaniydi,aç olup olmadığını sordum,hiç cevap vermiyordu o kadar çok ısrar ettim ki tuttum elinden götürdüm yemek yemeye.Konuştuk biraz ama hiç samimi bulmadım,tabiki ailesi tarafından kullanılıyordu.Oyuncakta aldık ona,götürdüm aldığım yere bıraktım kızı eve kendisi dönüyormuş.Bir hafta falan geçti sanırım Kızılay dayım ne göreyim bütün dilenen çocuklar ya dua pozisyonunda ya da karanlıkta ders çalışma numarasında!İnsanların duygusal açıdan sömürülmesi ne kolay! bir daha da kimseye para falan vermedim.
  Bir kere de (bu baya oldu aslında) arkadaşımla yemek yedik,ama ben bitiremedim hepsini,paket yaptırdım babamın iş yerine gidiyorum.Dilenen bir adam var yine bu sefer baş rolde perişan bir halde.Adama gidip : Kusura bakmayın param yok ama yanımda yiyebileceğiniz bir şey var almak ister misiniz ? dedim.Adam da sağol kızım dedi ve aldı.Dilenciye kusura bakma param yok diyen tek akıllı benim herhalde ve o günün akşamında olayı ablama anlattığımda gülmekten gözümüzden yaş geldi.

zaman: Cumartesi, Aralık 18, 2010 , 6 Comments

Neden sonra farkına vardı,insanlara güvenmemeye en yakınlarından başlamalıydı.

zaman: Cumartesi, Aralık 11, 2010 , 5 Comments

AV MEVSİMİ

av mevsimi Pamuk'un hikayesini anlatıyor.Kesik bir kolun bulunmasıyla başlıyor her şey.Polisiye bir film ama öyle çok aksiyon beklemeyin.Eylemlerden çok kişilere odaklanmak gerek,her birinin hikayesiyle de besleniyor film.Ben filme girmeden önce Şener Şen'i çok baba bir rolde bekliyordum,ha değil mi öyle ama cinayet masası şefi için çok fazla sakin,biraz içi geçmiş gibi.İdris (C.Y.) 'in mizahi bir dille çıkışmaları filmi eğlenceli yapmış aslında hareketlilğiyle alıp götürüyor filmi,Çetin Tekindor bilirsiniz yine harika oynamış o kadar soğukkanlı ki.ve Ferman'ın(Ş.Ş.) filmin sonunda söylediği söz son noktayı koyuyor,harika : ''Her şey burda başlamıştı ve burda bitmesi senin elinde''.
Bir de Okan Yalabık var ben sevmiyorum onu,fena değildi o da.
İzleyelim,destek olalım.

zaman: Çarşamba, Aralık 08, 2010 , 3 Comments

YALNIZLIK

Yalnızlık bir oyuncak gibidir kullanmasını bilene..
Kalabalık telaş demektir,hızlı adımlardır,koşuşturmacadır,çarpmaktır son süratla.Eylemlerini sürekli başkalarına göre ayarlamaktır,can sıkar havanı paylaşmak zorundasındır,can sıkar dar bir yolda sıkışmak zorundasındır,can sıkar bakışlarını kaçırmak zorundasındır çünkü onlar hoşlanmazlar sabah otobüste yüzlerine gülümseyenlerden,asansörde merhaba diyenlerden,inerken iyi günler dileyenlerden..
Tek başınalık daha iyi doldurur vaktini.Çünkü sessizlik ve sakinlik seni düşünmeye iter.Düşüncelerin ağır ağır geçer zihninden içerisi dışarısı gibi değildir,konuşmadan da duyarsın kendi sesini.Bir tek senin sözün geçer,senin isteğine bağlıdır yalnızlık..Bu bir insanın ya da insanların yanında olup olmama durumu değildir,bu senin kendinle olup olmama durumundur.
Ağlayan bir çocuktur insanlık,ona oyuncağını verdiğinde susar bir süreliğine,o anki ihtiyacının karşılanması üzerine..Hoşuna gider,okşar ruhunu ve oyuncağını alıp oynar kendi başına.Çünkü herkesin buna ihtiyacı vardır,kimisi istemez yalnız kalmayı,kimisi kabullenmez,kimisi bilmez,kimisi anlamak istemez.Böyledir yalnızlık onunla iyi vakit geçirmeyi bilmek gerekir çünkü düşünürsün eğer düşünürsen varlığın bir anlam kazanır,yalnızlık var olmanın diğer bir adıdır,bu yüzden severim yalnız kalmaları..

zaman: Çarşamba, Aralık 08, 2010 , 9 Comments

Bugün arkadaşlarla sinemaya gittik,av mevsimine.Filmin konusunu falan bilmiyordum zaten Şener Şen varsa gidilirdi,öyle de yaptık,iyi de yaptık.Güzeldi film,Cem Yılmaz da ayrı bi hava katmış zaten adamın ciddi hallerine bile güldüm.Bi sahne vardı(söylemeyim) İlay ağlamaya başladı Ezgiyle bende gülme krizine girdik Özgün zaten uçmuş ortam çok komikti.Filmin başka bi sahnesinde olayı çözdük hemen bi kıpırdanmalar,fısıldamalar falan.Başım çok ağrıyor şimdi.
Yarın da işletme dersim var oturup ders çalışayım,kitap okuyayım.Zamanla yarışıyorum resmen,daha sahaftan aldığım dergileri okumadım,çok işim var.Ayrıca bir kaç gözlem yaptım toparlayım yazacağım onları.

zaman: Salı, Aralık 07, 2010 , 6 Comments

Ne zaman eskittik şarkıları? Kaç eşya takıldı da ayağıma düşüverdim,sen geldin aklıma.Rüyamda görünce özledim seni,görünce anladım özlediğimi ve keşkelerden nefret ederdim dün gece keşkelerle uyandım,sayıklamalarımda sen vardın.Keşke o gün başka bir koltuğa geçmeseydim,ne değişirdi şimdi sadece bir soru daha birikti..
Pencereler,koridorlar şekil değiştirdi.Ne kadar acımasızdı zaman..bana hep pişmanlıkları getirtti.

zaman: Cumartesi, Aralık 04, 2010 , 6 Comments

BUGÜN GÜNLERDEN BALIK

Beş ya da on yıl sonra yok yok bi beş yıl sonra cumartesi akşam yemeklerini çok özleyeceğim.ailemle bir arada olduğum o güzel akşam yemeklerini.Zaman ilerledikçe ayrılıklarda geliyor,beraber olmacalar bozuluyor en sevdiklerim eksiliyor en azından eksilecek.Pazar günlerini hiç sevmem ama cumartesileri hep özleyeceğim.Yarın sanki onlar olmayacakmış gibi keyfini çıkarta çıkarta yiyorum,sofranın,onların,gülmelerin kokusu hep burnumda.Hafta içi ve pazar günleri sıradandır sanmıyorum canımı acıtacaklarını...

zaman: Cumartesi, Aralık 04, 2010 , 3 Comments

Rüzgar zamana şarkı söylerken dans etmemek mümkün değil.Parmak uçlarında bazen hayat gerinip gerinip kollarını açarken neleri kucaklamaya hazır olduğunu sen de benim gibi bilmezsin,sarsan kendini ne çok şey sendedir fark etmezsin.
Ve saçmadır,gerçekten tam bir saçmadır,evrene düşsel güzelliklerini,kirli düşüncelerini saçmadır,raylar üstünde dans ederken vaadedilmiş yaşam.
Kaç tren gelir geçer binmezsin.Binsen yanlış yerde inersin.Geriye dönmek istesen yorulursun yollarda çünkü aynı değildir sen ilerledikçe arkanda oluşan yollar ve esen rüzgar seni uğurlarkenki gibi değildir.Soluduğun hava bile gerçek değildir.
Ya da beklersin gelmesini umduklarının,ama bu hep insan değildir.
En azından benim için.Beklediğim insan değildir.

zaman: Cuma, Aralık 03, 2010 , 10 Comments

BLOG ÖDÜLÜ

Bu ikinci alışım,birincisinde bilgisayar başında olmadığım zamanlara denk geldi ve ben görememiştim.Deepblueeagle 'dan geldi bu sefer ki ödülüm,çok mutlu oldum,teşekkür ediyorum yine ve benimde çok sevdiğim bloglar var hemen göndereyim onlara.

Nevzat Orkun Çeviker
Son Vagon
Nostalgiaplatz
imgesel

Crazywomanrosemary
mor kedi

zaman: Salı, Kasım 30, 2010 , 9 Comments

MİM 2



Deepblueeagle ve imgesel  beni mimlemişler,konusu AŞK.
Okuduğumda güldüm çünkü en uzak durduğum konulardan bir tanesi.Bu konuda mimlenecek en son kişi bile değilimdir herhalde.Ben hiç aşık olmadım.Nasıl bir duygu bilmiyorum,birini sevmiştim ama onu da şimdi o zamanlardaki çocukluğuma veriyorum.Bence aşk bu kadar abartılmamalı yani bilmiyorum insanların doğası gereği bir şey bu.Sıradan bir şey yani.Çok fazla yazamayacağım,çünkü gözlemlemekle olmuyor bunu dile getirmek yaşamak lazım,bukowski'den bir şey paylaşayım madem.

Aşk aynen yazıldığı gibi,sesli başlıyor sessiz bitiyor-Charles Bukowski 

 "...Hepimiz sıkıntı çekiyoruz ancak ben hayatta kalmaya uğraşıyorum,onun için bazen kapımı çalarsan da açmazsam ve içeride bir kadın yoksa belki çenemi kırmış bağlayacak bir tel arıyorumdur ya da duvar kağıdımdaki kelebekleri kovalıyorumdur,yani kapıyı açmazsam açmam, ve nedeni henüz seni öldürmeye,sevmeye,ya da kabullenmeye hazır olmamamdır,demek ki konuşmak istemiyorum,meşgulüm,çıldırmışım,keyifliyim veya belki bir ip hazırlıyorum...Uzaklaş, sebep gün değil gece değil,saat değil,kalabalıktan gelen cehalet değil,hiçbir şeyi incitmek istememem, böcekleri bile ama bazen ayırd etmesi zor bir takım duyumlar sezinliyorum...Ve mavi gözlerin,maviseler eğer ve varsa saçların ve kafan,içeri giremezler ta ki ip kesilene ya da düğümlenene dek......ta ki dünya durana ya da ebediyen... açılana dek."

 

 

Ha bir de beklentiler var,ben hiçbir şey beklemiyorum,bilmiyorum umrumda değil.


Ne yazacaklarını merak ettiğim insanlar var:
Nevzat Orkun Çeviker
Nostalgiaplatz
crazywomanrosemary

zaman: Salı, Kasım 30, 2010 , 2 Comments

















Kaç durak sonra inmem gerekti bilemedim.Sahip olduğum her şeyi ve olamadıklarımı geride bırakıp yol almak nasıl bir duyguydu hissetmek istedim.Yürüdükçe ağırlığım artıyordu,çünkü adımlarım peşi sıra ipleriyle geliyordu ve ben yönetiliyordum.Çünkü yaşamın ipleri hiçbir zaman senin ellerinde değildi.Bir rüya gibi sonu zihninde ama başlangıç hep belirsizdi.Yorgunluk değil bedenimi yavaşlatan,bir arayış zihnimi bulandıran.
  Beni tutan ipler daha çok yere değmeliydi,daha çok uzamalıydı.Daha çok insandan geçmeliydi...O ipler ıslanmalıydı,yıpranmalıydı.O ipler öyle uzun olmalıydı ki,tutunduğumda arkadan tek bir itişle yine gökyüzüne değmeliydi ve hissetmeliydim..
Ayaklarımla tutunup,yeryüzüne sarkabilmeliydim,ellerim boşlukta..
Ben henüz yapamadım.

zaman: Pazartesi, Kasım 29, 2010 , 3 Comments

MİM
Nostalgiaplatz  mimlemişti beni,bir de mydream den gelmişti garip alışkanlıklarınız diye,ikisini birden yazayım şimdi.

1.en sevdiğiniz kelime:
Yani ve zaten
2.nefret ettiğiniz kelime
:güzelce
3.Ne sizi heyecanlandırır.
Yolculuklar
4.Heyecanınızı ne öldürür:
Sona gelmek.
5. En sevdiğiniz ses
Su sesi
6..Nefret ettiğiniz ses:
Boş konuşan insanların sesi.
7.Hangi mesleği yapmak istemezsiniz:
Reklamcılık (nefret ediyorum)
8.Hangi doğal yeteneğe sahip olmak isterdiniz:
Tiyatroya yeteneğim olsun isterdim.
9.Kendiniz olmak istemeseydiniz kim olmak isterdiniz:
Christopher  McCandless  ya da Henry Miller
10.Nerde yaşamak isterdiniz;
Kesinlikle Prag.O dergiyi okuduktan sonra mimarisine hayran kalmıştm.
11.En önemli kusurunuz:
Girdiğim her ortamda çok soğuk davranırım başlarda istemeden ve bazen çok uyuşuşuğumdur.
12.Size en fazla keyif veren kötü huylarınız:
Sevmediğim biri bir şeyler söylediğinde bilerek duymamak,gıcık olduğum insanlara gülerek laf sokmak.
13.Kahramanınız kim:
Alfredo(noviembre)
14.En çok kullandığınız kötü kelime:
Çok fazla var duruma göre değişir bu.
15.Şu anki ruh haliniz:
Telaşlı
16.Hayat felsefenizi hangi slogan özetler:
Kaynağı bulmak için akıntıya karşı yüzmek gerekir
17.Mutluluk rüyanız:
Şimdi seyahat etmekten ölesiye yorulmuşuz,ve bir yer var henüz keşfedilmemiş,ilk biz gidiyoruz oraya,dönüşündede beş kuruş paramız yok,doğadan besleniyoruz,otostopla dönüyoruz.
18.Sizce mutsuzluğun tanımı:
 Kendini kabullenememek
19.Nasıl ölmek isterdiniz
 Uçaktan atlayıp okyanusun ortasına,en dibine vurarak ölmek isterdim.
20.Öldüğünüz zaman cennete giderseniz Allah'ın size ne söylemesini isterdiniz:
Gözlerini kapatıp gerçekleşmesini çok istediğin şey için dua ederken seni umursamama rağmen inancın hiç eksilmedi bende zamanı gelince hak ettiğin en güzel şey için sana yardım ettim.Burdasın şimdi,rahat ol.

Garip alışkanlıklara gelince,ben baştan sona garip bir insanımdır zaten,çoğu davranışımda bir gariplik vardır.O yüzden şimdi tek tek yazabilceğim şeyler gelmiyor aklıma.

Sorulu mim için;
stummscream.blogspot.com/
http://memento-layladylay.blogspot.com/
http://norkun.blogspot.com
/http://caytostayran.blogspot.com
Bu insanları mimledim bende.

zaman: Perşembe, Kasım 25, 2010 , 6 Comments

YANİ..

Doğru zamanlarda yanlışlar yarıştı benim için.Evren hep zıt gitti bana,iyi,güzel düşündüm çekemedim yine üstüme.Yanlış zamana mı doğdum?Eğilimlerim zikzaklar çizerken ben hep tökezledim.Çok güldüm saatlerce,günlerce,bir ikindi vakti de geldi susturan şeyler..Bunların beni dürtmesine ben mi izin verdim? Neden serbest bırakmak bu kadar zor,yoksa yanlış bir bedende miyim?
Kelimelerin yetmez nedenleri tanımlamaya.Çünkü hiçbir zaman senin dilinden konuşmaz.Hep gelir gider bu haller,geçici her şey,her şey..
Şu saatlerde çok anlamsız buldum çoğu şeyi,1 saat öncesinde üzülürken ve dün katıla katıla gülerkenki hallerimi,bunları anlamsız buldum.Öyle bir boşluk var ki yaşamda onu duyumsamak..Bilmiyorum,çıkıyorsun sonra ordan gün devam ediyor.Günlük hazlar,sinirler,kahkalar,yabancılaşmalar,umursamazlık ve ciddiye almak..
Ciddi olmayı sevmiyorum.

zaman: Çarşamba, Kasım 24, 2010 , 4 Comments

Vize Güncesi
Dün akşam erkenden yattım ama uyuyamadım sınavlar yüzünden.Neyse bu sabah kalktım,kahvaltımı yaptım,baya erken gittim okula,tekrarlar falan yaptım.9:30'da türk dili sınavım vardı bu gayette iyi geçti yani,hoca şaşırttı açıkçası sorularıyla.Sonra da matematik sınavına girdim,gayette kötü geçti yani.Ama tamamen benim salaklığım.Çünkü ben matematiğime çok güvenirdim,ben bilirim,ben yaparım triplerine girdiğim için çok çalışmadım.Neyse sağlık olsun,diğer vizede yükseltirim artık.Yarın hukuk var,bu önemli.Şimdi oturup onu tekrar edeceğim.Kolay gele bana.

23 kasım 2010 
Hukuk sınavım nasıl geçti bilmiyorum,çok belirsiz.Ama belirsiz geçen bir sınavın ardından bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum.Öyle bir geyik döndü ki arkadaşlarla ayrıldıktan sonra otobüste kendi kendime gülmeye başladım,yanımdaki teyze nerden geliyorsun dedi.Çok konuştu,ben sustum.

24 kasım 2010
Sabah uyanamayışımdan belliydi zaten,bugünümde bi bokluklar olacağı.Telefonumu düşürdüm,çalışmıyor.Sınavlarım iyi geçti ama.
İnsanlar naber diye sorduklarında kötüyüm demenizden korkuyorlar.
Ve ben değişiyorum haberim yok,neden umursamıyorum artık hiçbir şeyi?Bu da geçer diyorum mutluluklarıma bile..
Yarın sınav yok ne güzel.Cumada bitiyor.Ne kadar da işgal etti vizelerim bloğumu,ama bi 5 yıl sonra dönüpte okumak için yazıyorum ilk vizelerimi ve diğerlerine daha çok çalışmam gerektiğini görmem için.
dün Barbur konseri vardı gidemedik vizeler yüzünden.
Soğuklarda geldi hem,boğazım ağrıyor hasta olacağım galiba.

25 kasım 2010 
Bugün vize mize yoktu,yattım bir güzel.Yarın son vizem var sosyolojiden,bi kahve yapıp ona çalışacağım.

zaman: Pazartesi, Kasım 22, 2010 , 9 Comments

     Yarın vizeler başlıyor.Bu hafta baya yoğun geçecek ama ben kendimi hiç hazır hissetmiyorum.Çok çalışmadım ben,öğrenmek için okudum hepsini,öğrendim de,biliyorum yani,ama sanki sınavda yapamayacakmışım gibi geliyor,ezberlemedim hiçbirini anladıklarımla yorum yapacağım.Zaten çok fazla da klasik sorular olmayacak.
    Öğrenilenleri sınamak için başka yöntemler de olsaydı keşke,ama örnek veremiyorum,aklımda bir şey yok şimdilik.
   Bu aralar gündemi falan da takip etmedim hiç bilmiyorum ne olmuş ne bitmiş,bir şeyler okumadım,izlemedim.Boş bir bayram geçti aslında.Bugün annemle babam da geldiler.Çok özlemişim ve şunu fark ettim ki babam olmadan ben gerçekten yemek yemiyormuşum.sürekli babamın beni bunalttığından şikayet ederdim,Gamze şunu da ye,bundan da ye sabah akşam sürekli karışırdı yemeğime,zayıfmışım diye.O yokken karışmasını da özledim.
  Bazen bir şeyler yapmamakta güzel aslında,hem fiziken hem ruhen dinleniyorsun,zaman boşa geçiyor dedim yok yok geçmiyor aslında,ihtiyacım vardı hiçbir şey yapmamaya..

zaman: Pazar, Kasım 21, 2010 , 11 Comments

İnsanın kendisine saygı duyması ne kadar önemli.Herkes bunu tam anlamıyla yapabilmiş olsaydı,şu anda insan ilişkilerimiz çok farklı olurdu.
Ve insanlar inandıkları şeylerin gereğini de tam olarak yerine getirebilmiş olsalardı,buralar yaşanılası olurdu.
Ya hiç olmasın,ya hep olsun.Bir şeylerin eksik olması kadar rahatsız edici bir durum yok.

zaman: Cumartesi, Kasım 20, 2010 , 7 Comments

Duyduğun kelimeler değil gördüğün kelimeler daha çok anlatır beni..

zaman: Pazartesi, Kasım 15, 2010 , 2 Comments

KAFKA GÜNCELER
  • İçimdeki curcunayı yönetebilmek için vaktim olmadığımdan huzur bulamıyorum.Sonunda bu curcuna yalnızca bastırılmış kısıtlı bir uyum oluyor ve eğer özgür bırakılırsa beni tamamen dolduracak,beni daha da genişleterek doldurmayı sürdürecek.Ama şimdi böyle bir an yalnızca zayıf ümitler uyandırıyor ve bana zarar veriyor,çünkü benliğimin şu anki karışımı zaptedecek yeterli gücü veya kapasitesi yok.
  • İnsan gülerken,ciddiyet için hala yeterli zamanı olduğunu sanıyordu.Bu doğru değil ama ciddiyet doğal olarak insandan daha fazla şey talep eder ve hem insanın arkadaşları arasında,yalnız olmasına göre daha çok talebini tatmin edebileceği açıktır.
  • Yarını olması gerektiği biçimde rahat bırak.eğer onu zamanından önce uyandırırsan o zaman günün uykusuz geçer.
  • Ve bir aileye ait olma duygusunun içinde bile,önce bulmam gereken bir ateşle ısıtacağım,dünyamızın soğuk boşluğunu duyumsadım.

zaman: Çarşamba, Kasım 10, 2010 , 0 Comments

Avuçlarımdan döküldü çakıl taşları...Kıskandığım şiirlerin en güzel kelimelerine
Geceden gelen öksürmeler gibi sesleri...Her duyuşumda bir
başkasının hikayesi,bir başkasının düşüşü
bir başkasının düşü
Şimdi ayaklarımın dibinde aynı taş yığını
Ben sevemem insanları.Birinde görebilirim hepsini.Kareli bir defterin tek
yaprağı gibi.
ama özensiz
ama hep aynı çizgi.
Değil mi ki onlar dört duvar arasında,köşelerinde biriken,hep aynı açıdan bakan
bakılan.
Kolayca şekil alabilen iğrenç mimikler,sesler,eller,gözler..
Kelimeler,cümleler,hisler,bakışlar..
doğal olmayan bir tek şey var o da insan.Doğaya aykırı olan,doğanın içinde sırıtan bir tek şey var o da insan.
bu kadarı fazla,fazla bu kadarı.
değiş-tokuş yapsam yapraklarla onları
Ve uyusam yapraklar arasında
Gelmez burnuma insan kokusu
Ve uyusam yapraklar arasında
doğanın verdiklerini geri almak için debelenmesine aldırmadan
Uyusam yapraklar arasında
Uzunca bir süre..

zaman: Çarşamba, Kasım 10, 2010 , 2 Comments

Ruhlarımızı yüzümüze giyebilsek,vişne çürüğü renginde göz bebeklerimiz...Tanrıdan bir parça çürümüşlük...Dudaklarımız dikili iple,ağız kenarlarında artık bir önceki yalandan kalma,belli ne söyleyeceğin ne söylemeyeceğin belli,soluduğun hava değil Tanrının kokusu burnunda,çektikçe içine bir kez daha bir kez daha bulantı,payına düşen etten duvarlarda..
Oluştu şimdiden artık dudaklarımda,uçuklar da var dudaklarımda...Yalan söyledim yalan,güzel kokan Tanrıydı ve taze kalan..

zaman: Salı, Kasım 02, 2010 , 0 Comments

.Bugün kendime bu zamana kadar verdiğim değerin ne kadar az olduğunu fark ettim,oysa sahip olduğum tek ve en güzel şey benim..

.Bugün edebiyat dersinde ilk defa bir arkadaşımın yerine imza attım,ben attım ya hoca soruyu okuması için onun ismini söyler,dedim sıçtım.Neyseki konu kapandı.İlk ve sondu.Kadın diyorki:Bir daha yapan olursa tutuklatırım ahahahh.

.Bugün rüzgarı hiç duymadım.


.Bugün ruhum resmen bedenime dar geldi,bir an patlayacağım zannettim ve yürüyemedim.


.Bugün de çok sıradandı,hayatım çok renksiz son zamanlarda,bir şeyler lazım,çok yeni bir şeyler..

.Bugün bahar gelmiş gibiydi,çok güzeldi hava..

zaman: Pazartesi, Kasım 01, 2010 , 8 Comments

      Bir oyun kişisi: Yaşadığın kentte ufuklar daralıyorsa ve sen artık yaşamını kazanamamaktan korkuyorsan,çek git;çünkü Tanrı'nın dünyası geniştir hem enlemde hem boylamda.
     Başka bir kişi:İlacı yazdığını sanıyorsun;oysa aslında kötülüğün kendisini gösteriyorsun elinle!Eğer ülke bunca aşağılara düştüyse ,tam da çocuklarının onu derleyip toplamaya çalışmayıp,terk etmeyi yeğlemeleri yüzünden oldu bu.Ben,yakınlarımın arasında olmak istiyorum;sevinçli olduğumda sevincimi paylaşsınlar,umutsuzluğa kapıldığımda beni avutsunlar istiyorum.
   Birinci kişi:Vatan sevgisi,bir yaradılış zayıflığıdır yalnızca;gitme cesaretini göster;seninkinin yerini tutacak başka bir aile bulursun.Bir de kalkıp bana,insanın tüm yaşamını doğduğu yerde geçirmesinin eşyanın doğası gereği olduğunun söyleme sakın! Suya bak!Görmüyor musun nasıl da berrak ve güzel,ufuklara doğru koştuğunda;ve nasıl yapış yapış oluyor bir yerde durup kokuştuğunda!

  Gitmeli mi,kalmalı mı? Sanırım ben ikisi arasında bir yerlerdeyim.Lisedeyken arkadaşımla konuşurken hep başka bir ülkede yaşamak istediğimi söylerdim o ise burda kalmayı.Ben yozlaşan toplumumuzda,bilgisizliğin tavan yaptığı,araştırma hevesinin olmadığı bir toplumda yaşamak istememem,kimse istemez zaten.Hükümetler bizim yansımamız diyor bir kitapta,biz halk olarak ülkemizi geliştirmek,güzelleştirmek istemediğimiz için mi hükümetler ,hani diyoruz ya çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmak, kılını kıpırdatmıyor üstüne bir de satılıyoruz,eksiliyoruz.Atatürk'ün izinde bir arpa boyu yol...
   Önce toplumumuzdaki bilgisizliğin ve cahilliğin önüne geçilmeli,herkes bilinçlenmeli,konuşulmalı her şey açık açık ama karşı tarafın düşüncelerini küçümsemeden,eleştirmeli,eleştirilmeli ve en önemliside tepki göstermeli haksızlığa,ve sahip çıkmalı değerlere,ilkelere,toprağa,yüksek sesle düşünebilmeli,tarihimize sahip çıkmalı..
  Hani diyorum daha huzurlu,daha yaşanılası,daha mutlu bir Türkiye.
 Ben yolculuk yapmak kadar hiçbir olaydan zevk alamadım,başka şehirler,başka ülkeler hep çekmiştir beni ama dönüp dolaşacağım yer yine ülkem.Hiçbir yer kendi toprağım kadar güzel olamaz,ama şimdi değil,değil.

zaman: Cumartesi, Ekim 30, 2010 , 2 Comments

...Ve bu yarışı tartışmasız bir biçimde,bu toplulukların en küçüğü ve en ilginci önde götürüyordu her zaman;gerek Osmanlı İmparatorluğu'nda gerekse yeryüzünün geri kalanında insanların çoğunun varlığından bile haberli olmadığı bir topluluk:Sabetaycılar.1665 yılında İzmir'de kendini Mesih ilan eden Sabetay Sevi'nin uzaktan yandaşlarıydı bunlar.Sabetay Sevi,Tunus'tan Amsterdam'a,oradan Varşova'ya,bütün yahudi toplulukları arasında büyük bir ilgi uyandırmıştı;bu olaydan kaygı duyan Osmanlı yetkilileride ona iki seçenek sunmuşlardı:Ya Müslüman olacak ya da idam edilecekti.Ölmemeyi yeğledi ve dönemin tarihçilerinin dediği gibi '' sarık sarıp Mehmet efendi adını aldı''.Peşinden gidenler de hemen terk ettiler onu;kimi tarihçiler,bir çok Yahudinin ,bu yaralayıcı düş kırıklığı yüzünden bir mesih beklentisine sırt çevirip dünya işleriyle ilgilenmeye başladığını bile düşünüyorlar.
   1676'da öldüğünde,yalnızca dört yüze yakın Selanikli aile sadık kalmıştı Sabetay'a.Bu insanlar uzun süre din değiştirmiş anlamında ,Türkçe ''Dönme'' nitelemesiyle anıldılar;daha sonra da bu biraz küçümser tanımdan vazgeçilerek kısaca Selanikliler denildi.Bugün hareketli geçmişlerinden yalnızca çok bulanık anılar var bu insanların belleğinde;gerçek anlamda laik bir topluluk oluşturuyorlar;XIX. yüzyıl sonlarında da kesinlikle böyleydiler.
   Bu insanların üstünde duruyorum,çünkü onlar,farkında olmadan ama bütünüyle de raslantısal sayılamayacak bir biçimde,İmparatorluk topraklarında yeni düşüncelerin yayılmasında benzersiz bir rol oynadılar.Çünkü bir gün Mustafa Kemal adında bir çocuk-geleceğin Atatürk'ü- onların kurumlarından birinde,Şemsi Efendi adında birinin kurduğu ve yönettiği ilkokulda öğrenim görmüştü.Babası Ali Rıza,oğlunun eğitiminin geleneksel mahalle mektebiyle sınırlı kalmasını istememiş,ona 'Avrupa tarzı' eğitim verebilecek bir kurum aramıştı.
  Bu kıvılcım,güçlü bir ateşin başlangıcı olacaktı.

 *Amin Maalof/Yolların başlangıcı

zaman: Cumartesi, Ekim 30, 2010 , 0 Comments

Rüyamda Atatürk'ü gördüm,öğretmenimdi bana hırka hediye etti çok başarılı bir öğrenciydim o kadar güzel bi hırkaydı ki.Ne rüyaydı be.Bu Atatürk'ü ikinci görüşüm rüyamda..

zaman: Çarşamba, Ekim 27, 2010 , 2 Comments

ÇÜNKÜ,ÖYLE İŞTE

Bazen sebepsiz gelir mutsuzluklar.Çok aniden ve durup dururken ama aslında altında  yatan bi sebep olduğunu düşünürüm ,bulamam.Neyin var derler,canım sıkkın derim,neden diye sorarlar,çünkü öyle işte derim.Bilmiyorum belkide bu aniden gelen sıkkınlık halleri kendime itiraf edemediklerim,bastırdığım düşünceler,kabullenemediklerim,isteyip de elde edemediklerim.Hala bilemiyorum...

zaman: Pazartesi, Ekim 25, 2010 , 6 Comments

BU DA BİR BAKIŞ AÇISI

 Bugün okuldan dönüyorum otobüsteyim,bizim okulun otobüsü neyse işte ayaktayım,zor durumdayım.Arkamdaki iki erkek öğrencinin konuşmasını duydum.Biri diğerine ''otobüsler haremlik selamlık olmalı,kız otobüsü-erkek otobüsü o zaman daha çok sıkışırız,daha çok kişi biner'' dedi.Evet,dedi.

zaman: Perşembe, Ekim 21, 2010 , 16 Comments

İŞİM VAR,GÜCÜM YOK
   Okul başladı başlayalı üstüme bi yorgunluk giydim.Mide bulantısıyla okula gidiyorum baş ağrısıyla eve geliyorum.Dersler ingilizce anlatılıyor,sanki hocalar kafama yumruk atıyorlar,böyle sesler geliyor ama kelimeleri duymuyorum(umarım en kısa zamanda bu biter,yoksa boku yiyeceğim).Gerçi bu sadece hukuka giriş ve sosyoloji dersleri için geçerli,diğerlerini anlıyorum,aferin bana.Sonra okul yolları taştan.Yol git git git git...(abartmış olabilirim) bitmiyor ama ben bitiyorum,derse geç kalmak,çoğu zaman ayakta gitmek,otobüs sırası beklemekte cabası.Çok fazla kitap okumam lazım,eve geldiğimde tükenmiş oluyorum ama yine de direniyorum:P hal böyleyken daha yapmam gereken bir sürü şey varken ben de güç yok.
 Her neyse yarın okula Aziz Kedi geliyor,hem de sosyoloji dersimin olduğu saatte,girmeyeceğim derse tabiki.Yarın güzel olacak.Çarşamba ve cuma da güzel olacak.every thing is ok.

zaman: Pazartesi, Ekim 18, 2010 , 9 Comments

YOKLUK

   Hem maddi,hem manen yokluk koyu,uyumsuz renklerle ve sonsuz,biçimsiz şekillerle korkunç bir portre çiziyor,yere göğe.Kırılmış düşünceler,incitilmiş kalpler,çıldırmış zihinler,aç beyinler ve mideler,boşa bakan gözler ve boş kalpler,üşüyen davranışlar ve eller,kokan nefesler ve adımlar insana her şeyi yaptırabilir.
  Bir baba çocuğunun gözü önünde eşini defalarca bıçaklayabilir,genç bir erkek evlat annesini öldürüp parçalara ayırabilir.Aç bir insan,karnını doyurmak için akşam işten eve dönen genç bir kadını bıçaklayabilir,hem de cüzdanında sadece 20 milyon olan bir kadını,tecavüz de edebilir.Kredi kartı borçları yüzünden önce eşini ve çocuklarını öldürüp sonra kendisini öldürebilir,bir adam.Eski sevgilisini yakabilir,barışma teklifini reddedildiği için.Kendi çocuğu öldü diye komşusunun çocuğunu kaçırıp fırında da yakabilir bir kadın.İnsanlar düşünceleri yüzünden öldürülür,mahkum edilir,suikaste kurban gidebilirler.Kadınlar taciz edilebilir,olağan karşılanır.İnsanlar birbirlerini balkondan atabilirler,kulaklarını kesebilirler.Parçalarını poşete koyup mekan belirleyip dağıtabilirler,saksıya gömerler..Daha bir sürü aklıma gelmeyen yaşanmışlıklar var.
  Sanki soluduğumuz havada kana karışan insanları insanlıktan öte birşey yapabilen bir karışım var.Çöplük gibi bir yerde soluyoruz.Herkesin elinde bir fırça başlıyoruz bir şeyler yaratmaya,ama insalığa yaraşmayan şeyler.Öyle bir hal almış ki,alışmışız.Olur böyle şeyler diyoruz.Olur böyle şeyler...
  Ve bir de bu tablonun kıyıda köşede kalmış çizimleri de var. Hayatta herkesin kapı numarası farklı.Ve çok çok kötüsüde bazılarının anahtarları bile yok.İki ucun arasındayım.Sürekli sorgulayıp duruyorum ve hiç bir zaman cevap bulamadığım soruyu soruyorum.Neden?
  Bu kadar zıtlık çok çok fazla.Ne bileyim birisi köpeğinin yemini düşünürken,diğer bir insanın elinde çocukları ölüyor açlıktan.Bir çok şeyin tadına varamadan ölen insanlar var,daha değil,daha bir şey yaşamadım ki diyerek gözlerini kapatanlar var.Geçen otobüste ego kartının nasıl kullanıldığını bilmeyen bir kadın gördüm.Zaten perişandı hali.Kumpir yememiş insanlar biliyorum.Birine hayat çok güzelken diğerine bu kadar boktan olmasın ya.
   Eve dönüşlerde otobüs camlarında her gün bunlar tık tık vuruyor,sonra dönüp bakıyorum camdan dışarı,başlıyorum neden neden?....Otobüsten dışarıya bakmak sanki her şeyin dışındaymışım gibi hissettiriyor bana,inene kadar.sonra hayat devam ediyor.hayat bombok devam ediyor.Otobüsteyken bir sürü şey vardı aklımda ama inince oturduğum yerde bırakmış olmalıyım,yazmak istediklerim bunlar değildi aslında.

zaman: Perşembe, Ekim 14, 2010 , 3 Comments

''Yabancısı olduğu şeyi barbarca,kendi aklına uyduramadığı şeyi akıl dışı diye niteleyen o değil midir?''

zaman: Çarşamba, Ekim 13, 2010 , 1 Comment

   İnsanlara karşı bir şey hissetmediğimde nefret etmeyi öğrendim.Dediğin gibi boşluklar her zaman doldurulurdu.Ekşi,rahatsız edici ama bağımlılık yapan bir tat.Ayaklarımın,gözlerimin,ellerimin ve dudaklarımın bana ait olmadığını anladığımda acının var olmadığını öğrendim.Ölüm dışında.Düştüğünde kanayan,gördüğünde körleşen,burkulduğunda onarılmayan soyut varlığın,başı açık sonu kapalı bir çizginin üzerinde Tanrı'yla dans etmesinin huzur verdiğine tanıklık ettim.Dediğin gibi biraz ilerlemek yetiyordu,bir sonraki adım seni başlangıca yaklaştırıyordu.Huzura ramak kala yorulmaksa kaçınılmazdı.Herkes sıfır noktasına gelemiyordu.
   Göle atılan bir taşın yarattığı etkisinin sesinden kuvvetli olduğunu anladığımda,kendimi çırılçıplak,uçurumdan sulara bıraktım.Ama sesim bedenimden ağırdı.Bir taş kadar olamadım.Battım,battım.Battıkça nefes aldım.Dediğin gibi yer çekimine karşı koyamayacak kadar sarhoşluk,yere kapaklandığında taş zeminin soğukluğunda,kulaklarına göle atılan taşın sesini doldururdu,zayıf sesini.Bilirdin ki su herkese sahip olduklarıyla muamele ederdi.
   Gözlerim kapalı geldiğim dünyadan gözlerimi kapatarak gideceğim,açık kaldığı sürede yaşadıklarım kırılgan boşluğumu dolduracak.Dediğin gibi boşluklar her zaman doldurulur.

zaman: Cumartesi, Ekim 09, 2010 , 5 Comments

Kırık tablodan akan renkler boyuyordu zemini.Elini renge bulamak istemedi.Biliyordu çünkü,çok konuşan yalnızlığı kendisini resmeden her şeyden nefret ederdi.
Bir konuşma sırasında 'çıkabileceğin her merdiven seni benim nefesime biraz daha yaklaştırır,ineceklerinse köklerime,hareket etmediğin sürece de saracağım seni' demişti,yalnızlığı.O anda düşleri,umutları,mutlulukları,sevdikleri arasında gitti ama gelmedi.Kapıyı sonuna kadar aralayıp aceleyle çıktı.Bilemezdi kendisinin açık bıraktığı kapıdan zile basarak gireceğini.Yalnızlığıyla selamlaştı,girdi içeri.Korkutuyordu şimdi,ellerinin biraz mavi ve yeşilden,biraz mor ve sarıdan,biraz da kırmızıdan alabileceği nefesi.
Gitti,yüzündeki şekilsiz yalnızlığa su serpti.

zaman: Cuma, Ekim 08, 2010 , 2 Comments

  Bu dünyanın böyle can havliyle çalışmasının ve bu telaşının,bu koşuşturmacanın amacı ne?Para ve başarı hırsının,zenginlik peşinde,güç peşinde,üstünlük peşinde koşmanın sonu ne?


Zenginlik,ihtişam,şan,şeref için bunca kirli bir debelenme ancak sıradan insanın refahıyla kendini haklı çıkarabilir.

zaman: Perşembe, Ekim 07, 2010 , 4 Comments

  Hayatta insanı yalnızlaştıran bir sahtelik var.En azından benim için.Çok farklı bir biçimde sözlerde,gözlerde,bazen bir sarılmada,öpücükte,dilenen bir dilekte,hatta duada beden buluyor.İçimde fazlalık olarak hissetiklerimi bozdurup harcama taraftarıyım,hem de en güzel olanı almaya çalışarak,elimde ne kadar kötü şey varsa.Ama bu durumda bunu yapamıyorum.Çünkü sevdiklerime yabancılaşıyorum.Kısa süren ama sık sık tekrarlanan bir şey bu.
  Hepimiz-insan olmak bakımından-bir şeylerde eksiğiz,bir yerlerde kayıbız ve az buçuk suçluyuzdur.Ama bazen o kadar negatif elektrik alıyorum ki.Yaşanan,paylaşılan anlar hatrına bunu büyütmemeye çalışıyorum.Sahiden olmayan davranış ve sözler beni suskunlaştırıyor ve canımı çok sıkıyor.İnsanlarla yalnızlaşıyorum,daha doğrusu sevdiklerimle,ama bu durumlarda sevmiyorum hiç birini.
  Keşke büyürken içimizdeki çocuk o hep en masum,saf yaşlarda kalsa,bize dürüstlüğü,paylaşmayı ve karşılıksız sevmeleri,vermeleri hatırlatabilse.En önemliside gerçekçi olmayı.Katışıksız olmayı.Vardır illaki böyle insanlar ama ben daha rastlamadım.

zaman: Cuma, Ekim 01, 2010 , 2 Comments


    Günlerin birbirini tekrarlaması yaşamı duvarda asılı takvimden farklı yapmaz.Aynı kağıt parçaları,aynı yazılar ve sayılar yaşımızı büyültür,yaşlanırız ama yaşamayız.Sabitleniriz,tek tek koparılıp tükeniriz.Belki şans güler yenileniriz bittik dediğimiz anda.Ama hala aynı duvardaysak kendimizi tekrara yeniden başlarız.Dünya döne döne devrini tamamlarken,biz hareketsiz aynı yerde dururuz,dur demezsek.Günleri yaşamdan koparan bizler olmalıyız.
    Her gün ayrı bir renkte olmalı,her günün ayrı bir kokusu ve bilmediğimiz bir dili olmalı.Onu tercüme etmekle geçmeli saatler,kendi dilimize.her güne yeni bir uğraş.farklı duygular bürümeli benliğimizi.Gün bitiminde bugün de... diye başlayan kısa yeni hikayelerimiz birikmeli.
   Kendimi tekrar etmekten korkuyorum,bundan sonra gelecek olan günlerde.Sıfırla toplanmak herkese acı verir.Çünkü hayat her yeni güne farklı bir ben'le başlamakla güzeldir.Bir gün öncesinden kendine kattığın tatlarla.Bazen acılarla da güzeldir,olgunlaşmak adına.
  Her yeni sabah güneşin ikram ettiği huzuru gün içinde hissede hissede,bizlere sunduğu canlılığı hiç kaybetmeden yaşansa günler ve dolu dolu,sürekli bir şeyler öğrenerek,öğreterek,deneyimleyerek,gözlemleyerek,çalışarak,okuyarak,hissederek ve en gizli yerlere dokunarak,anlayarak önce kendini sonra başkalarını ve içinde duyarak var olmanın mutluluğunu,tarif etmeye çalışarak hayatın mahremine giden yolu...
  Her yeni güne farklı tonlarda ama dipdiri merhaba deme dileğiyle...
Hayata uyanmak.

zaman: Çarşamba, Eylül 29, 2010 , 2 Comments

Eylül bitimi.Serinlik,izin verdiğim ölçüde iliklerimde.Rüzgara mırıldanmalar dilimde ve yağmura.Damağım kurudu,acı veren bir tırmalama,keskin bir tat.Haberi geldi pencere önüne.Geç gelen yağmur.Oysa ruhumun hava değişimine ihtiyacı var.Burnumda tütüyor kokusu.Tenime düşen damlaların sesi uzaklarda.Ankara'nın çatlamış,azot kokan sesi rahatsız etmesin kulaklarımı daha fazla.
Susadım,susadım...
yağmurun saçlarımı okşayan anne gibi ellerine..

zaman: Perşembe, Eylül 23, 2010 , 0 Comments

çerçevelettik astık duvarlara
zor geldi giymek üstümüze
anlık ve sahiden yaşanan tüm hisler
paslı bir çivi koynunda
bırakıldı çürümeye

korkuları bağırta bağırta
yırtılırcasına sesi
çocukluğumuzdan kalma uçurtmaların
tepesinde
salmaktansa gökyüzüne
rast geldiğimiz her anda kapattık yüzümüzü
şapkalarla
dönüverdik ilk köşeden
kalkık ceket yakalarıyla

çekip koparılan bir takvim yaprağı daha
çöpe
her koparılışta kalanda bir artış
geçen günler
yaşayamadıklarımız kadar eksiltti bizi
hayır,hayır aslında
biz eksilttik kendimizi

sakındığımız sevgiler
tüketilmesine izin verilmeyince
bozuldu
arka bahçemizde
kokan bir gölge
kokan bir sen
ben
o
onlar
ve siz
yürünmez oldu sokaklar
burunlarda mendilsiz
ne acıdır ki
herkes kendi kokusundan
habersiz.

g.K

zaman: Salı, Eylül 21, 2010 , 0 Comments

Bir karın ağrısı.Ellerimde de.Adını koyamıyorum bunun.Hissizleşen ellerim.Bundan sonra gelecek olan dakikaları ve saatleri sevmiyorum.Kare kare oluyor her şey.Tüm uzunluklar aynı.Doksan derecelik açı değil ama bulunan,360 derece,dönüp dolaşıp hep aynı yerde.Pencereye vuruyorum kendimi hava alsam biraz yenilenirim diyorum ama nefes aldıkça tıkanıyorum.Hani balona üflersin havayı şişirirsin şişirirsin genişletirsin ya ben de çektikçe havayı genişliyor organlarım,sonra boğazımda düğüm düğüm.İçimde baskı.Kemiklerim kırılıyor.Paramparçayım.Ama karnımdaki ağrı hala bende.Hayatın ağzına kusmak istiyorum.Boşaltmak istiyorum bana yutturduklarını.İçime dolan nefesi vermek istiyorum.Yoksa birazdan patlayacağım.Büzüşsün istiyorum ciğerlerim.Ama inceliyor tabakası gittikçe,gereğinden fazla doldu.Bu nefes bana çok geldi ve ben patlıyorum.Gerisini hatırlamıyorum ve ben pazar günlerini hiç ama hiç sevmiyorum.

zaman: Pazar, Eylül 19, 2010 , 0 Comments

BUKOWSKI' DEN
Tecil ve ilave
kedere çok uzun zaman maruz kalmaktan
zamanla
tıkabasa dolmuşum acıyla
hayatta kalmayı borçlu olduğuma
karar veriyorum kendime;öyle kolay değil bu:
geçmişin tarihinin ardından
daha iyi günleri
hakettiğini söylemek kendine;
fakat silme salakların
yetmezliklerini hiç düşünmeksizin
devam ettiklerini(elbette)
gördüm ben
ona bakarsan
sırtına küfürler yazılı kaplumbağalar da
sürünür toprakta..
ama hiç de genişletmezler ufku.

zaman: Pazar, Eylül 19, 2010 , 0 Comments















Altı kısık piştikçe koyulaşan bir hüzün var içimde.Sanki doğduğumda ciğerlerime dolan ilk nefes onu da bir köşesine yerleştirivermiş.Mutluluklarıma,kahkalarıma yamanmış,üstümde sırıtan bir his bu...

zaman: Pazar, Eylül 19, 2010 , 0 Comments

SABAHATTİN ALİ VE KÜRK MANTOLU MADONNA'SI

   Hangi insan ona vaad edilen ömrün sadece üç dört ayında sahiden nefes alabilir ki?Keskin sükunetinde,içindeki fırtınalarla ruhundan kopabilir?Raif efendi bu soruların öznesi.Kendisini ''hakikatten ziyade hayal dünyasında yaşayan bir çocuktum'' diye tanımlayan Raif,dış dünyaya kapılarını kapamış,kendisiyle bir başına kalan Kürk Mantolu Madonna'nın baş kahramanlarından bir tanesi.Bugün bitirdim kitabı,keşke daha önce okusaymışım dedirten bir kitaptı.Bilmiyorum okuduğunuzda sizde ne hisler uyandırır ama ben çok etkilendim.
   Bir resim galerisinde çok etkilendiği bir tablodaki kadının gerçek hayatta var olmasıyla,bambaşka bir boyuta geçen Raif aslında yaşanılacak bir dünyanın var olduğuna ikna olur ama bu hissi sadece kısa bir süreliğine hissetmesine çok üzüldüm,çünkü insan hayatın güzel olduğunu anlayıp kendini o sahne içinde bulamazsa değersiz bir varlık olduğunu düşünür ve milyarlarca insan arasında benim yerim ne ki,niye yaşıyorum sorularıyla yaşarken ölür.
 Diğer bir başkahraman olan Maria Puder,Raif'e Raif olduğunu hissettiren kadın.Raif'i mutlu ettiği sayfalarda onu çok sevdim.Onun da içinde bir türlü çözemediği düğümler,bence Raif'e inandıktan sonra çözüldü.Ama her aşk şu iki yüklemden ibaret değil mi?:Alışmak ve kaybetmek..
  Kitabın can alıcı yerlerinden bahsetmek istemiyorum,sadece şunu yazıp:'Kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir hasret duydum'. Bu cümle ağlattı beni,eğer okursanız bu cümlenin ne anlam ifade ettiğini anlarsınız.
 Biraz da Sabahattin Ali'den bahsetmek istiyorum. Daha doğrusu evde bulduğum bir dergiden alıntı yapacağım.
  1948'de Marko Paşa ve Merhum Paşa dergilerindeki yazıları nedeniyle yayın yoluyla hakaret suçlamasıyla ceza alan Sabahattin Ali üç ay kadar hapis yatar.Çıkınca Zincirli Hürriyet'te yazmaya başlar,yeniden yargı önünde bulur kendini.polis izlemektedir,bir yandan ölüm tehditleri almaktadır.Yapabileceği bir şeyin kalmadığını düşünür;yurt dışına çıkmak ister.Amacı Fransa'ya yerleşmektir.Ancak pasaport alamaz.Önünde tek yol kalmıştır:Kaçmak!
Bir yakını aracılığıyla Ali Ertekin adlı kişiyle tanışır.Ertekin,onu Bulgaristan'a kaçırabileceğini söyler.Birlikte yola çıkarlar.2 Nisan 1948'de Istranca Dağlarında öldürülür.Cesedi aylar sonra bulunacak,kimliği saptanamayacak,Ali Ertekin'in itirafı sonucunda,kurda kuşa yem olan bu kişinin Sabahattin Ali olduğu anlaşılacaktır.O,zaten yıllar önce bunu bilmiştir:''Benim meskenim dağlardır.''
  Yaşam öyküsünden bahsetmeyeceğim,çünkü hiç bir zaman aklımda tutamam.Onu tanımanın en iyi yoluda onu okumaktır zaten.

zaman: Cuma, Eylül 17, 2010 , 3 Comments

   Yapboz bir hayat şu yaşadığım.Binlerce yaşanmışlıklar var ve daha yaşanacaklar.Çirkin ve yeni bir karton üzerine yerleştiremediğim her biri ayrı telden çalan parçalar.Ucu ucuna denk gelmiyor,eksik bir şeyler var burada.Oysa biliyorum değil mi?O kadar çok söylendi ki kulaklarıma:Her şey benim ellerimde.Mutluluk,başarı benim ellerimde.İyi bir gelecek,istersem her şeyi başarabilceğim o hayat benim ellerimde.Parçaları birleştirmek de.Hayal edersen gerçekleşir tüm beklentiler.Ama ben yıllardır ''en güzel şeyler onları en az beklediğinde olur''cümlesiyle büyüyorum.Bundan olsa gerek hayallerimin kuraklaşıp benden öte yerlerde suya ihtiyaç duyması ve bu yüzden olsa gerek parçaları anlamlı kılamamam.
   Hem zaten o kadar dağınık ki ruh halim,elimdekileri de kaybetmekten korkar oldum.Bazen ceplerimden,kalemliğimden,sırt çantamın ön gözünden bazen de kaldırımda ayağımın takıldığı taşın altından çıkıyor.Bir bakıyorum komşu evin bahçesinin çitlerinden sarkıyor.Ya da rüzgar ansızın yapıştırıveriyor ıslak bir parçayı sırtıma.
   Parçaları asla yerine tam koyamayacağım,çünkü eksilen hayallerim ve inançlarım köprüydü onlar arasında.Şimdi bir bağlantı olamaz hiç birinin arasında.Varsın,elimdekilerde eksilsin azar azar.Umrumda da değil aslında bozup bozup tekrardan başlayacağım bir hayat.Kılımı kıpırdatmadan,her şeyin en azını bekleyerek,ne şükrederek ne de isyan ederek toplama işlemindeki etkisiz eleman sıfırın en orta yerinde etrafımda yaşanan çılgınlığın tarih ve saatinden habersiz kendime sımsıkı sarılacağım.


zaman: Perşembe, Eylül 16, 2010 , 0 Comments

 

Hep başka biri olmak için
Beklettiğin kendinden                         
                    Borçlandın ruhunun saklı sularına.

zaman: Perşembe, Eylül 16, 2010 , 0 Comments

Sevmem,birden ve sıfırdan
Başka sayı
Şu sancılı hayatta,
Ya inşa etmelisin
Ucu aşağı gösteren-ki hatırlatsın insanlığa
Uzun bir çubuk
Kaygan bir yapıda.
Kare kökü hayatın
Göğe değen avuçlarında
Ya da oluşturmalısın
Sıfırın boşluğuna inat
Daireler
İster özenle ister üzerine hiç titremeden
Ama kapata kapata
Sıfırı
Ve nokta.
Kötü gidişe dur diyen tek öğeli
Cümlenin sonuna nokta.

Ve sol gözüm görmez
Doğuştan bir kapanış bu hayata
Etrafımdakilerde sol gözümün gördüklerini
Görmez.
Aydınlığı tırnaklarına süren
Bir kadının
Nice karanlıklara mum yaktığını
Bir ikindi vakti sevdikleri ezilince
İntihar eden yaşlı karıncayı
Göremez.

Sonra,tren yolculuklarını severim
Kitaplarımın arasında
Buram buram vagon sohbetleri kokan
Biletlerim.
Hem ben çekip gitmeleri de severim
Ansızın.
Bir uçtan bir uca
Elimde boş bavulumla
İstasyonlarda,
İstediğim yerde indiğim bir kentte
Ya da
Bir insan bedeninde
Payıma düşenleri
Katlamadan
Bavulumu doldurmayı severim.

Aşık olduğum roman kahramanını
Anlatılan mekanın
Ters istikametinde
Aramayı severim.

Teki kayıp ayakkabımın.
Hem yerden yüksek
Hem yerde olmanın
Bilincinde
Toprağı hem hissetmeyi
Hem hissetmemeyi
Severim.


g.K

zaman: Perşembe, Eylül 16, 2010 , 0 Comments

   Oyunlar oynaya oynaya büyüdük,takvim yapraklarını eksilte eksilte ve 365 gün sonra yenisini ekleyerek büyüdük.Annemin bana aldığı kırmızı,üstünde renkli renkli dikey çizgileri olan şortumu ve diz kapaklarıma kadar çektiğim desenli çoraplarımı giyerek sokağa arkadaşlarımın yanına koşmak ne de tatlıydı ve tek derdimin oyun oynamak olması.Akşam yemeklerinden sonra babam bazen izin vermezdi dışarı çıkmama.Ama annemle işbirliği yapar,bir öpücükle kandırırdık babamı.Ve tekrar sokaklar,çıkmaktan yorulmadığım yokuşlar.Gelsin toplar,gitsin saklambaçlar.Ama aslında önemli olan arkadaşlıklardı.Önce bir yabancıyla tanışmak,sonra alışmak ve onu  arkana almak.İlk kavgaların arkadaşlarını korumak için değil miydi?Birini koruma duygusunu,birinin güvenini boşa çıkarmama duygusunu tattıran ilk arkadaşlıklar değil miydi?Küçücük yüreğimizin çapını kocaman sevgiler ekleye ekleye genişletmedik mi?Ve şekerlerimizi sallanan dişlerimizle kırıp büyük payını onlara vermedik mi?
  Ve kutu kutu penseler oynadık.Dedik ki:'Kutu kutu pense,elmamı yerse,arkadaşım ''...'' arkasını dönse.Ve döndük arkamızı.Ne olduysa ondan sonra oldu.Niye döndük ki arkamızı?Masumiyetimizi oluşturduğumuz yuvarlağın ortasında unuttuk,eve her dönüşümüzde oraya bir parça bıraktık.Saflığımız,güzelliğimiz buhar oldu yükseldi gökyüzüne ve ilk yağmurlarımızı düşürdü gözümüze.Kıskançlığın tohumunu ekince yüreğimize bir çok şeyi kaybede kaybede büyüdük.Doğduğumuzda sahip olduğumuz en büyük hazineyi,saça saça büyüdük,arkamızda ufak ufak bırakarak ama çok uzaklaştık,yolumuzu bulmak istediğimizde sandık ki o parçaları geri dönüp takip etsek bulabiliriz.Hansel ve Gratel'in bulduğuna inandırmışlardı ya bizi,ama biz bulamadık.
  Gökkuşağının üstünde elimizi yüzümüzü renklere boğarken saatlerce katıla katıla gülerdik.Şimdi birbirimizin düşüşlerine gülüyoruz.Biliyorum büyüdük,birbirimizle oyun oynayamayız eskiden olduğu gibi,ama birbirimize oyunlar oynarız.Birliktelik kelimesi yok benim sözlüğümde.Kelimenin kökü bir değil mi?Bir.Sadece 1.tekil şahıs.Arkdaşlıklar yalan.Benim için 3. çoğul şahıs sadece grammer kitaplarında kalan.
  Ve biz eskittiğimiz zaman da, fotoğraf karelerinde kalan büyük yürekli çocuklardık.



zaman: Cumartesi, Eylül 11, 2010 , 0 Comments

UZAKLIK


  Bir uzaklık hesaplaması.İçimdeki akımı şiddetli ırmaklarla,döküldükleri dalgın körfezimin arası,kendime uzaklığım kadar.
  Kutup yıldızının kuzeyi göstermediğinde kaybettim kendimi,o toprak yolda ve de çekirgelerin alkışlarıyla dikenli çalılıların bileklerimi kanattığında.Nerdeyim şimdi bilmiyorum.Belki güneş ışınlarının yengeç dönencesine dik geldiği günün öğle saatinde gölgesiz adamın okuduğu gazetedeki bir haberdeyim ya da demlenmiş düşlerine üç şeker atıp hüplete hüplete içen kızın meraklı gözlerle izlediği tartışan iki kişiden biriyim.Ya da tek şeritli ve levhasız yolda otostop çeken dört kişiden kahverengi hırkalı olanım.Belki şu anda oturmuş parkta oynayan çocukları izliyor olabilirim,burnumda annemin kokusu ya da kulağımda kulaklık durakta beklerken saati soran yaşlı amcayı duymuyor olabilirim ya da iş çıkışı saatinde kalabalık metro girişinde gözlük camları kalın bir adamla çarpışıp yere düşmüş de olabilirim.Belki  mendil satan çocuğun mendillerinden birini satın almadığım için arkasından küfredilen kızım...
 Ama kendimi yeryüzünde değil,suyun dibinde arayacağım.Biliyorum bir ipucu var orada.Her bir kulaçta  kendime daha da yaklaşacağım.Asıl izlerimi suda bırakmış olmalıyım.  


zaman: Cuma, Eylül 10, 2010 , 0 Comments

KALDIRIMDAKİLERİ KALDIRIN
    
İnsanlar Tanrı'nın bir yansıması olamaz.Tanrı bu kadar kalp kırıcı,bencil,vurdumduymaz olamaz.Bu kadar alçak,sömüren ve hırslı,bu kadar kibirli,para yüzünden gözü dönmüş olamaz.Boyun eğen,tepki göstermeyen ve yalnız olamaz.Bu kadar yalancı,kindar ve fesat olamaz,bu kadar umutsuz,mutsuz,kötümser.
  Kalabalıklarda yürürken artık düşünmüyorum yanımdan geçenlerin hikayesini.Bakmıyorum gözlerinin içine belki bir ipucu yakalayabilirim diye.Sahil yolunda tek başına yürüyen insan artık çekmiyor dikkatimi.Gömdüm çoktan,yanına gidip konuşma isteğimi.Çamurla karışık etten duvarlar.Öyle ki,çok sulanmış toprakları,şekil almayanlardan onlar.Hem toprakları az.Milyonlarca ağaca annelik yapan toprağın o yüce gönüllülüğünden yoksunlar.Bilmiyorlar ki,milyarlarca adımın altında ezilen toprağın,kurak tenine değen bir yağmur damlasıyla canlanabileceğini.Oysa kamburlaşmış çoğunun sırtı,kafalarına,omuzlarına yükledikleri binbir düşüncenin ağırlığıyla.Evet ama,umutları yoktu ki avuçlarında.
  Birbirlerinin ruhlarını soydular,kimi gizlice,kimi gözler önüne sere sere.Suçun yoktu belki senin ama mücadele etmedin.Kader deyip köşene çekildin.Gaspa uğrayan ruhunun titremelerini dindiremedin.
  Ve sömürülmesi emeklerin.Onlar kentin sokaklarından akan çamurlu sulardan beslenen-insanlar değil- 
sanlar.Ve gökyüzünden uzanan iplerle onlara kukla olanlar.Yürümek istemiyorum sizinle aynı yollarda ve olmak aynı çatı altında.Değilsiniz artık Tanrı'dan bir parça.
  Düşünüyorum...Hepimiz birer yansımaydık Tanrı'dan.Ama yürürken hayatta,kimisi sürekli,kimisi azar azar,kimisi ara ara,kimisi hepten düşürdüler parçalarını kaldırımlarda.Eksile eksile geçtiler birbirlerinin yanlarından.Hem düşmüş,hem düşürmüşlerdi.Değil ki artık onlar yalın.Rüzgar fısıldamalı onlara:Kaldırımdakileri kaldırın.

                                                                                                                                                                              

zaman: Salı, Eylül 07, 2010 , 0 Comments

Bugün kendimi süzgeçten geçirdim.Hayallerim,umutlarım,küçük mutluluklarım,büyük sevinçlerim,tebessümlerim,kahkalarım,başarılarım lavabonun deliklerinden aktı gitti.Elimde sadece mutsuz olduğum her bir dakika,sıkıntılarım,somurtmalarım,iç çekişmelerim,kavgalarım,en berbat anlarım kaldı.İrili ufaklı bir sürü çirkin tane.Kızarttım onları.Yedim.

zaman: Salı, Eylül 07, 2010 , 0 Comments














                       KALEMİMİN BOĞAZINA DÜĞÜMLENDİ KELİMELER

Kentin kuzeye giden caddelerinde
Sonbahar hüküm sürmekte
Gökyüzünün suyu sıkılıyor
Sevgilim,yağmurlar seni pencerelerimden
Akıtıyor.

Bilemedim,
Avuçlarındaki çizgilerin bana çıkmadığını,
Kalbimdeki parmak izlerinin kanımı
Pıhtılaştıracağını.

Anlayamadım sevgilim,
Kokunu;
Eşyalarda,odalarda,duvarlarda
Masanın üstünde unuttuğun kağıt paralarda
Kazaklarında,gömleklerinde
Dokunduğun her bir nesnede sandım
Yanılmıştım
Derime sinmişti
Bilemezdim derimi yüzmek isteyeceğimi
                              
Seslenemedim arkandan sevgilim
Kısıldı hatıraların sesi
Ve bir daha yerine hiç gelmedi
Yamamaya çalıştım geçmişi
Ama kendime batırdım hep
İğneleri

Cam kırıklarından farksız hislerim
Sevgilim;
Sen de dokunsan bana                        
Kanatabilirim    

Yağmur suları birikiyor çukurlarda
Suretin yansımakta
Gözlerimi bıraktım orada

Daha fazla anlatmak istedim kağıtlara
Ama artık yoktu bende gören gözler
Hem kalemimin boğazına düğümlendi kelimeler.


G. K.

zaman: Cuma, Eylül 03, 2010 , 0 Comments

ANDREW WOOD anısına çıkartılan Temple Of Dog albümnün açılış şarkısı
Cennete Merhaba De / Chris Cornell

Lütfen,anne merhamet
Al götür beni bu yerden
Ve uzun soluklu lanetler
Kafamın içinde çınlıyor
Kelimeler hiç dinlemez
Ve öğretmenler hiç öğrenmez
Şimdi mumdan ısındım
Ama yanmayacak kadar soğuk hissediyorum
O bir adadan geldi
Ve sokaktan öldü
Parçalanan bir ruh kadar kötü incitti
Ama bana hiçbir zaman bir şey söylemedi
Öyleyse cennete merhaba de

Bir bebek gibi taze
Bir dua gibi kayıp
Gökyüzü senin oyun sahandı
Ama soğuk toprak senin yatağındı
Zavallı dalgın
Gözlerinde hiç yaş yok
Bir fısıltı gibi sakin
Biliyor ki aşk zamanla yaraları kapatır
Şimdi görünüşe göre çok fazla aşk
Hiç yetmedi,sen en iyisi arayıp bul
Başka bir yol,çünkü bu
Aniden bitti cennete merhaba de
Ben hiç istemedim
Senin için bu sözleri yazmayı
Sayfalar dolusu cümleyle
Hiç yapamayacağımız şeyler hakkında
Öyleyse mumu üflüyorum ve
Seni yatağına yatırıyorum
Artık benimle konuşmazsın
Şimdi köpekler nasıl kemiğini kırdı
Söylenebilecek yalnız bir şey kaldı
Cennete merhaba de..

zaman: Çarşamba, Eylül 01, 2010 , 0 Comments

Bir kağnı var sürdüğüm,
Yollarda,
Tekerliklerinde saç tellerim,
Savruldukça rüzgarın eteklerinde
Hep aynı şarkı dilinde

Çalılardan yükselir flüt sesleri
Dört mevsim melodileri

Buğday tenimde gökyüzünün desenleri
Damarlarımda adım adım
Kendime yolculuğum
Ve başka kentler var
Yolunu tuttuğum
Yüküm;
Kağıdım,
Kalemim,
Ve suyum.

Kentin nehirlerinde kirpiklerim
Yıkanır boydan boya
Nisan ayı esintisi
Kuruyan çapaklarımda
Ödünç aldığım patiklerim ayaklarımda
Ve onlar yorgunluk nedir bilmez

Duraklarım,karşılaştığım her bir insan
Yolcuyum onlara da
Kimisinin kahverengi iniltileri
Kimisinin paslanmış zincirleri
Kimisinin bir yudum suda çırpınan elleri
Kimisinin kimsesizliği
Aitlikler hiç bitmez.

Herkes ortak bir payda da
Payına düşen farklılıklarda
Payın küçük
Ya da büyük
Basit ya da bileşiğiz
Ama eşit değiliz
Kim ne derse desin değiliz
Sen ve ben bölünsek bir değiliz.

Uzaklar önümde
Aynı gökyüzüne bakan insanlar görünürde
Taşıyamadıklarım
Kabullenemediklerim
Kağnımda
Kağnı yavaş
Kağnı ağır
Bıraktım onları yol üstünde bir kasabada
Rüzgarlı bir kasaba
Ve kendimi de bıraktım yollara.

G. K.

zaman: Çarşamba, Eylül 01, 2010 , 0 Comments

1'DEN 12'YE KADAR(tik tak tik tak)

    Düzen.Kurulmuşluk.Tekrarlar.Akreple yelkovan sayar 1'den 12 'ye kadar.Oysa ben sayı saymayı bilmediklerini düşünürdüm,her zaman.Asıl onlar doğruyu bilirmiş,12'den sonra 1 gelirmiş.Anlamalıydım,kulbu kırık zamanın avuç dolusu saniyeleri,dakikaları pencereme fırlattığında.Tak tak tak.Başıma yağdırdığı sayılarla hayatımın aritmetik ortalamasını hesaplamakta ve anlatmakta.
   İki çapraz bir düz adım ve hiç durmaksızın.Sonsuza uzanan bir kaydırakta,rejimi düzensiz akar sular ve sağından solundan taşanlar,biriktirdiğin anılar.O ki dil'li geçmiş zaman ve hikayesi ya da miş'li geçmişin rivayeti.O sular,kimilerinin kurak düşüncelerini,kimilerinin düş yangınlarını,kimilerininse kokulu acılarını sular.Ve o sular;bazılarının günah tohumu dolu toprağını çamurlaştırabilir,bazılarının bayatlamş benliklerini,şeklini aldığı küçük bir şişede boğabilir.Bazılarınınsa kokuşmuş kibirlerini,yola getiremediği ruhunun dizginlemeye yanaşmadığı yanlış eylemlerini yerle bir edebilir,sesi boşlukta yankılanan dalgalarıyla.
   Saniyeler,dakikalar,saatler,günler,haftalar,aylar,yıllar.1'den 12 'ye kadar ve 12'nin sonrasında.Hayata geldiğin gibi gidişin akreple yelkovanın 1 'den 12'ye kadar saymayı unuttuğunda,aslında sen öyle sanırsın ama onlar kalanlar için hala saymakta.
 Gidiş anında,pişmanlıklarının,eksikliklerinin ve hatalarının hayatı 12 geçeceğini bilemezsin,
Hayallerini gerçekleştirmeye,hayatın tadını almaya başlamana ve mutlulukla tanışmana 1 kala gitmeyi istemezsin
















g.K

zaman: Çarşamba, Eylül 01, 2010 , 0 Comments

...Yalnızca gençken ve refah içindeyken Tanrı'dan bağımsız olunabilir.Bağımsızlık insanları güven içinde sonsuza taşıyamaz.Dini duygular biz yaşlandıkça gelişme eğilimi gösterirler,çünkü ihtiraslarımız ateşini yitirdikçe,hayal güçlerimiz ve duygularımız köreldikçe aklımız daha rahat işler hale gelir,bir zamanlar aklımızı çelen imgeler,arzular ve heveslerden arındıkça,Tanrı gizlendiği bulutların arkasından görünür,ruhumuz bütün aydınlıkların kaynağı olan bu varlığı hisseder ,görür ve ona yönelir,bu yöneliş doğal ve kaçınılmazdır.

- Fakat farklı insanlara farklı gösteriyor kendini...Şimdi ise...?
-Şimdi nasıl gösteriyor kendini?
-Kendini yokluk şeklinde gösteriyor.sanki hiç yokmuş gibi...

zaman: Salı, Ağustos 31, 2010 , 0 Comments

 KELİMELERDE DİNLENDİM BUGÜN

    Yarına uzak,dünü yarım kalmış çocuk,kenarında kaldırım kiri dudaklarıyla gülümsedi,gözlerimin içine.Zıplıyordu yerin üstünde.Hissetmek miydi her bir vuruşunda ayağının altında yaşamı,yoksa her bir vuruşunda ezip un ufak etmek miydi umutlarını?
     Püskülleri eskimiş çantasından çıkarttığı kelimeleri havaya üflüyordu.Ben bugün o kelimelerde dinlendim.Ruhum dilsizleşti,sadece dinledi ve izledi,ama kalemim yazmaya çok istekliydi.İşte bir şeyler yazmaya..

Yırtık pabuçlarından gözüken 
Ayaklarında değildi açlık, 
Kirli elbisenin pilelerinde de  
Feri sönmüş gözlerinin yakarışlarındaydı
Üşüyen ellerinin geleceğe uzanamayışında
Minik vücudunun sıcak sevgilerle kucaklanamayışındaydı açlık.

İki dilim ekmek  arasında susuzluk
Dışarı çıkıp umarsızca ve tasasızca  
Oyun oynama isteğini öldürmüş
Olmalı yoksulluk
Ve değil mi ki
Düşünmeyi öldürür yoksulluk

Bir sokak arasında
Akan sular etrafında,hayallerini kağıttan yelken yapıp
Bıraktın orada
İzledim arkandan gidişini
Cebindeki üç beş bozuk paranın şıngırtısı
Kulaklarımda şimdi


Bugün havaya savrulan o kelimelerde dinlendim
İnsanlığımızın eksik yanını bir kez daha hissettim.

g.K

zaman: Pazar, Ağustos 29, 2010 , 2 Comments

Yığın yığın vaadedilen kelimeler
Arkanda
Dikişleri sökük kalbinin
Ucuz boyalı kapısı
Bayram ziyaretlerinde bile
         Çalınmadı bir daha

Yürüdün,eksik bir yanın
Düğmeleri kırık gömleğini
Toz bezi yapmaktan ibaretti
        Senin için yarın
Ama hep tozlu kaldı
Dayayıp döşediğin ruhunun
En ücra köşeleri
Silmeye yanaşmadığını
Gözlerindeki kir gibi.

Çay kaşığının ucuyla baktın hayatın
Tadına
Gülmenin tadı kaldı damağında
Yalnızlığın kokusu çoktan
Sinmişti evine
Masanın üstündeki gümüş şamdanlığının
Aydınlatabildiği
Karalama dolu sayfalarındı sadece

Yığın yığın vaadedilen kelimeler
Arkanda
Çok değil,hemen senden sonra
Rüzgar yaka paça
Attı onları da
Toprağa..

g.K

zaman: Pazartesi, Ağustos 16, 2010 , 0 Comments

Azarlandı
Çünkü yemek saatine geç kalmıştı
Tozunu çırpa çırpa eteklerinin
Evine doğru yol aldı
Güneş..

Ve geride bırakışı güneşin beni
Ben de bıraktım geride neredeyse her şeyi
Susuzluğa mahkum ettiğim çiçeklerimi
Hayatın saçmalığını anlattığım resimlerimi
Ucu tükenmiş kalemlerimi
Yastığın altında sakladığım,rüzgarın çığlığıyla sağır olan geçmişimi
Kırık tokalarımı
İpleri dolaşmış uçurtmalarımı
Kilidi bozuk kapılarımı
Zaman akarken içini doldurduğum bardaklarımı

Ve ben de bıraktım geride 
İçine kış soğukluğu sıkışmış,şafak vakti kokusu sinmiş gözlerimi
Kir dolu tırnaklara,kemikleri çatlak parmaklara sahip ellerimi
Beceriksiz fırtınaların sarsmaya çalıştığı omuzlarımı
Poşet poşet umutsuzluk taşıyan kollarımı

Dar bir patikada yürüyorum yavaş yavaş ama emin
Bir elimde kırık pusulam
Diğerinde yırtık haritam
Yolculuk vakti

Benimkisi taşımak cebinde hayatı
Şimdi hayallerin peşine takılı
Konserve kutuları..

                              g.K

zaman: Çarşamba, Ağustos 11, 2010 , 0 Comments

Çatı katı rüzgarları
Çeviriyor ikinci el bir kitabın
Saman kağıttan sayfalarını
Okur gibi yapıyor,sararmış silik satırlarını. 

Yalın ayak çıkamazsın buranın merdivenlerini
Çıksan da, kesmez sana dönüş biletini
Dinlemek istemezsin
Ama duyarsın basamaklarda
Köşe kapmaca oynayan böceklerin
Çekişmelerini

Anlayamazsın bu duvarların dilini
Bu kapının,bu odanın,bu evin dilini
Elinde şarap şisesi
Islak kırık bir aynanın.
Bir dikişte içiverir tükenişinin son damlasını
Ve tükenişi son damlasının.

Anlatmaz sana cam kırıkları
Vermez sınırları belirsiz kurak yolların haritasını
Üç maymunu oynar
Konuşur konuşur,yalanlar.
Kül edişi bozkır otlarını
Bir ateşin rüzgarla dansı.

g.K

zaman: Pazar, Ağustos 08, 2010 , 3 Comments

Dışardan Gazel / Fazıl Hüsnü Dağlarca

Siz Ali Bey, Veli Beyefendi busunuz,
Gelecekler önünde suçlusunuz.

Yöneteceksiniz de ulaşacak ha,
Çağdaş Uygarlığa ulusunuz.

Ön karanlık, art karanlık, Sağ karanlık, sol karanlık
Kara toprak içine mi gömülüyoruz.

Bir ülke, yarısı çırılçıplak,
Yarısının yediği ekmek tuz.

Uyur itleri, inekleri, ayıları,
Bütün aydınları uykusuz.

Milyonu trahom toplumun, milyonu sıtma,
Milyonu verem, bilmiyor muyuz?

Ne olmuşuz, ne yapmışlar bize,
Nasıl bağlanmış elimiz, kolumuz.

Böyle giderse biline hep.
Mustafa Kemal'le bile yokuz.

De, yüreğin nice yanarsa yansın,
Efendilerin yüreği buz.

zaman: Cuma, Ağustos 06, 2010 , 0 Comments

   
  Uyumaya çalışıyorum geveze gecenin eteğinde.Kendimi buldum diyor hüznü resmeden bir şiirin kafiyesinde.Ten giymişti sanki üzerine,konuşuyordu yırtık sesiyle ve nefes nefese.Ara verebilirdim gözlerimi kapamaya,madem bu kadar istekliydi anlatmaya.Ve başladı anlatmaya.
''...Sonuçta,diyor,dünya sefalet yeridir.Milyarlarca adımı ağırlayan,hiç süpürülmemiş bir caddeden ibarettir.İki farklı kürenin aynı anda bambaşka iklimleridir.Payına düşen az.Alacaklısı geçmişin,saçların gibi dolaşmış düşüncelerin ve askıya astığın paltonun cebinde yitmiş düşlerin,uzağında değil.Örtüyorum toprağı ve seni ve diğerlerini,olması gerektiği gibi,kurulmuş bir saat gibi zamanı gelince.'' Kulak yoran bir sessizlik.Vızıltılar ve fısıltılar.Bir şeyler geveliyor ağzında.Kesik kesik bir kaç hece.O zaman farkına varıyorum,sarhoş olmuş gece.
   Mırıldanıyor biraz daha.Farkında o da,azalıyor zamanı,giymek istemiyor sabahlığını.Devam ediyor,diyor ki: ''Kayıp bir gülümseme,umutsuz ve kırık bir seslenme ben bunları besliyorum.Göz bebekleri yırtılmış,çekmeceleri boşalmış gözlerin içine bakıyorum.Elini tutuyorum ziyan edilmiş yaprakların,umudu içirip yediren.Teselli buluyor bende yalnızlık,diyorum ona sadece sen değilsin karanlık.O zaman gülümsüyor bana.'' Cicili bicili çoraplarını giymek için soluklanıyor.Son soluklanışı ve son cümleleri..Ona verilen zaman dilimini yedi bitirdi.Yaşlı şimdi gözleri,elleri.Gidiyor gökyüzünden istemeyerek,yavaş yavaş,eriye eriye.Yerini bırakıyor güneşe ve güneş geliyor,gerine gerine.Geceyi baştan çıkaran bir gülümsemeyle..

zaman: Cumartesi, Temmuz 31, 2010 , 0 Comments

Bütün eğlenceyi kaçıran adam
Olmaz bu iş diyendir.
Her şeyden uzak durur ciddi bir kibirle
Selamlar her yeni girişimi bin bir sitemle
İnsan ırkının tarihini
Silme gücüne sahiptir ki,o zaman
Ne radyomuz,ne arabamız
Ne elektrikle aydınlanan caddelerimiz
Ne telgrafımız,ne telefonumuz olacaktı şu an
Taş devrinden çıkamayacaktık bir an..
''Olmaz bu iş'' diyen adamlar tarafından 
Yönetilseydi;
Dünya derin bir uykuda olacaktı her zaman.

zaman: Cuma, Temmuz 30, 2010 , 0 Comments

CESUR YENİ DÜNYA'DAN

''...çelik olmadan araba yaratamazsınız.Aynı şekilde sosyal çalkantı olmadan da trajedi yaratamazsınız.Dünya şu anda istikrara kavuşmuş durumda.İnsanlar mutlu istediklerini alıyorlar ve ulaşamayacakları şeyleri de asla istemiyorlar.Refahları yerinde,emniyetteler,hiç hastalanmıyorlar,ölümden korkmuyorlar,ihtiras ve ihtiyarlıktan habersiz ve bundan da çok memnunlar.Veba gibi bir illet olan anne ve babaları yok,güçlü duygular hissedecekleri eşleri,çocukları ve sevgililileri yok,şartlandırılmaları uyarınca davranmaları gerektiği gibi davranmak zorundalar.Herhangi bir durum çıkması durumunda da soma var.Sizde tutup özgürlük adına pencereden savurdunuz,Bay vahşi''.Özgürlük! Güldü. ''Bir de deltaların özgürlüğün ne olduğunu bilmelerini bekliyordunuz!Şimdi de Othello'yu anlamaları bekliyorsunuz! Vah güzel çocuğum vah...
     Vahşi bir süre sustu.Yine de inatla ısrarını sürdürdü.''Othello güzel,o duyusal filmlerden daha güzel.''

'' Elbette daha güzel '' dedi Denetçi.''Fakat istikrar karşılığında ödememiz gereken bedel bu işte.Mutluluk ile eskiden insanların güzel sanatlar dediği şey arasında seçim yapmak gerekiyor.Biz güzel sanatlardan fedakarlıkta bulunduk.''

zaman: Cuma, Temmuz 23, 2010 , 4 Comments







 Bir temmuz akşamında,gün batışında düşüncelerim mandalla asılı bir ipte sallanmakta.Kısa bir süreliğine bıraktım kurumaya.Poyraz usulca aralıyor penceremi,kendinden emin giriyor içeri,savuruyor asılı bin bir türlü düşünceyi.Yaşamın kıyısına çekildim bir süreliğine,ihtiyacım     
var  dinlenmeye,dinlemeye.Boyumu aşan yerlerde,en derinlerde yüzmek çok yordu beni.Yaşadıklarım,başkalarının yaşantılarına tanık olduğum anlarım,gördüklerim,gösterdiklerim,söylediklerim,dinlediklerim,hissettiklerim,hissettirdiklerim,terk etmelerim,terk edilişlerim,gitme ihtimalimle gelişlerim,dönmeyecek bir gideni bekleyişlerim bir dalga hırçınlığında dağıttı bedenimi.Getirmek her şeyi bir araya,epey zorluydu tutup kolumdan geçmek kıyıya.Ama şimdi buradayım,hayatın büsbütün dışındayım.Dönebilmek için dengesini zıtlıklarla sağlamış boşluğa yeter tek bir adım.Fakat atmayacak bir süreliğine o adımı biri kan revan içinde kıpırdayamayan,diğeri yere sapasağlam basan ayaklarım.Sorgulamalarım,sorularım,neden peki ama nedenlerim,kabullenemeyişlerim,sıkça tanık olduğum ve çoğu zamanda içinde bulunduğum eşitsizlikler,adaletsizlikler mi sürükledi beni her şeyin dışına?Biraz daha gerilesem,kıyınında gerisine gitsem..gitsem..gitsem.Hayatı perdesiz pencerelerden seyretsem.Sadece bir süreliğine...Kısa bir süreliğine.Tekrardan dalmak için engin sulara,başlamak için mücadeleye,oturup dinlenmeliyim bir ağacın gölgesinde,bir ağacın...Olan biteni,yaşanan kaosu sessizce ve soğukkanlılıkla izleyen yaşlı ve güçlü bir ağacın.


zaman: Cuma, Temmuz 23, 2010 , 0 Comments